Yüksel Direnişçisi Acun Karadağ mahkemede kendini savundu

Aylardır Ankara'da Yüksel Direnişi'ni sürdüren ve ‘İşimi istiyorum diye’ hakkını arayan KHK’lı öğretmen Acun Karadağ mahkemede kendini böyle savundu!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

SAYIN MAHKEME HEYETİ!

Bir önceki celseden anladığım kadarıyla siz bize “suçlamaları yaptınız mı yapmadınız mı, evet ya da hayır deyin” şeklinde cevap vermemizi istiyorsunuz. Eğer evet ya da hayır diyerek suçsuzluğumuzu ispatlayacak olsaydık savcı Yarcan Bey benim suçsuz olduğuma ikna oldu ve tutuklanma talep etmedi. Ancak takipsizlik kararı da vermedi ki bu onun ya genel olarak Yüksel Direnişi hakkında şüpheleri olduğunu ya da bu kararı vermekten çekindiğini gösterir. Yani aslında bazı konularda ikna değilim, buna zamanım da yok gidin kendinizi mahkemede ifade edin, mahkeme heyetini ikna edin demiş oldu. Kısacası ben buraya sizi ikna etmeye gönderildim.

Neden kendimi ifade etmek zorundayım?

Neredeyse 1100 güne varan bir direnişte 2200 kez “İşimi istiyorum” talebine milyonlarca insan ikna oldu da iktidar neden ikna olmadı? Aslına bakarsanız iktidarın en tepesindekinden tutun iç işleri bakanına, polisine kadar her biri benim herhangi bir yasa dışı örgüte üye olmadığımı çok iyi biliyorlar. Ellerinde istihbari bilgiler mevcut. Peki neden örgüt üyesi olduğumu ısrarla söylüyorlar? Ben niye açılan örgüt üyeliği davalarından beraat ediyorum ama onlar ikinci, üçüncü davayı açıyorlar? Çok iyi gizleniyor olabilirim. Yaptığım yasadışı eylemleri fena halde saklıyor olabilirim. Örgütün gizlilik adına çıkardığı ilkelerine harfiyen uyuyor olabilirim. Hiçbir şey olmuyor ama kesin bir şeyler oluyor gibi bir şey. Bunları düşünüyor olabilirsiniz. Düşünmeyin! Şu teknolojik dünyada hiçbir şey bu kadar mükemmel gizlenemiyor. Peki neden ısrarla örgüt üyeliği davaları açtırılıyor hakkımda? Cevap vereceğim bu soruya.

Yüksel Direnişçisi Acun Karadağ mahkemede kendini savundu

 

Peşin peşin söyleyeyim . Yasa dışı hiçbir örgüte üye değilim. Hiçbir örgüt elemanını tanımıyorum. Hiçbir örgüt üyesinden talimat almadım, almıyorum, almayacağım. Yaptığım her şeyi özgür irademle, istediğim için, inandığım için, dünya görüşüme öyle uygun olduğu için yapıyorum ve yapacağım. Ölene kadar irademi hiç kimseye teslim etmeyeceğim. Kimse bana doğru olduğuna inanmadığım hiçbir şeyi yaptırmadı, yaptıramayacak.

Savcı beye sorgu başlamadan şöyle demiştim.

Kayıtlara geçmemiş olabilir ama kendisi ne söylediğimi biliyor. Dedim ki siz bizi tanıyor musunuz? ‘Hayır ben sizi nereden tanıyayım?’ dedi. Dedim yani siz bizi hiç tanımadan, ailemiz, çoluk çocuğumuz var mıdır, ne yapar, nasıl yaşarız bilmeden polisler dedi diye evimizin basılması, gözaltına alınmamız, 8 gün aç susuz nezarette kalmamız için izin mi verdiniz? Ama soruşturma yürütülüyordu dedi şaşırarak. Hah dedim işte bu nedenle o polisler çok rahatlıkla suçlu ilan edip, bizi defalarca gözaltına alıyor, eziyet ediyorlar. Evet evet savcı da sizin baktığınız gibi yani başka ne yapayım der gibi baktı. Savcı beye söylediğimi size de söylüyorum. Polis içişleri bakanının yani hükümetin, yani seçilmişin, yani geçici olarak ülkeyi yönetmeye gelmişlerin emrindedir. Bu ne demektir? Yani hükümet mensupları bakan da olsalar devleti yönetiyor da olsalar netice de iktidarlarının bir daha seçilmesini engelleyecek muhalif hareketlere eylemlere karşı -tırnak içinde söylüyorum- “kendi usullerince” tedbir alırlar. Muhalifleri engellemeye çalışırlar. İçişleri bakanı topla şu Ak parti karşıtı grupları diyince polis emre uyar, evimizi basar. Ama siz yürütmeden bağımsız yargısınız. Siz iktidar mensuplarına değil yasaların, uluslar arası sözleşmelerin normlarına uymak zorundasınız. Dışarıda biri bizi dövse devlete şikayet ederiz, devlet bizi döverse kime şikayet edeceğiz? Bizi siz koruyacaksınız. Yani, bağımsız yargı. Nerden bağımsız? Hükümetten, her hangi bir örgütlenmeden, çeşitli baskı gruplarından, mafyadan, çetelerden, suç örgütlerinden bağımsız… Haklısın dedi savcı Yarcan bey.

Şimdi siz devlet kimseyi dövmez, polis yanlış yapmaz mı diyorsunuz? O zaman ihraç edilen 40 bin polis, binlerce asker, hakim, savcı, binlerce devlet görevlisi neden ihraç edildi? Eğer o gün yanlış yaptılarsa şimdi neden yapmasınlar? O zaman herkes uyanık olmak zorunda. Özellikle bağımsız yargı, bağımsızlığını korumak zorunda. Sonuç neye mal olursa olsun, hangi bedeli ödemek zorunda kalırsak kalalım haktan haklıdan yana tavrımızı koymak zorundayız. Nasıl ki biz kimseden talimat almıyorsak, hiçbir hukuk insanı da kimseden talimat almamalı. Eğer bizim “işimizi geri istiyoruz” haklı talebimizi bir örgütün talimatıyla yaptığımızı iddia ediyorlarsa herkesin yasa dışı bir örgütten talimat alma ihtimali vardır. Biz elimizde polis gücü yok diye yasa dışı davrandığını düşündüğümüz kimseleri yakalayıp, gözaltına aldıramıyorsak bu onların suç işlemediği anlamına gelmez. Defalarca kez anayasal hakkımızı kullandığımız halde neredeyse 2 bin kez gözaltına alındık. Bu ülkenin savcıları hep polisin getirdiklerini mi suçlu bulacak? Vatandaş olarak kaç kez şikayette bulunduk, gözlerinin önünde 3 yıldır süren bir eylem var, yüzlerce hak ihlali yaşandı . Hiç mi bir savcı çıkıp da ne oluyor burada, ne yapıyorsunuz bu insanlara demez? 3 yıldır devam eden bir direnişte onlara günde 2 kez yapılan eylemde tam 2 bin kez bizi tutuklama fırsatı verilmiş. Yine tırnak içinde söylüyorum “Örgüt üyeleri” Ankara’nın göbeğinde 2000 bin kez eylem yapmış ama tutuklanmamış. Soruyorum size, şimdi mi akıllarına gelmiş bizim örgüt üyesi olduğumuz? İktidar bize 3 yıldır tuzak mı kuruyor? Biraz daha suç işlesinler, elimizde biraz daha delil biriksin, kesin kodese tıkalım mı diyor iktidar? Size işlediğimiz suçları şimdi bir bir sayacağım.

Ben Acun Karadağ 50 yaşında bir kızıyla yaşayan, 20 yıllık öğretmen 25 yıllık kamu emekçisiyim. Benim babam da bu ülkenin insanına şerefiyle hizmet etmiş, 86 yaşındayken 48 yaşında abimin ölümüne dayanamayarak, oğlunun ardından 36 gün sonra vefat etmiş bir memurdu. Annem 6 çocuk yetiştirmiş, namusuyla yaşamayı öğretmiş geçim sıkıntılarıyla yaşadığı 64 yıllık hayatının son günlerini kanser tedavileriyle geçirerek hayata veda etmiş onurlu bir kadındı. Ailenden bize ne demeyin. Savcı beyin kimin evini basması için polise talimat verdiğini, kimi yargılatmaya çalıştığını bilin istiyorum. Bizim gibi insanlar suç işlemeye değil suç işlenmeyen bir dünya yaratmaya çalışan insanlardır. Suçun tanımını yapanla, suçu yaratanın aynı olduğu dünyada temiz kalmak için sık sık ar banyosu yapanlarız biz.

Gelelim hakkımızdaki iddialara. Hepsine cevap vereceğim. Ancak öncelikle şunu vurgulamam gerekli: Sıradan bir insanın günlük yaptığı işleri alt alta yazsak ve her bir işin başına Terör örgütü Dhkpc üyesi diye yazsak okuyan herkesin yazının sonuna doğru o şahsın örgüt üyesi olduğuna dair kafasında şüphe uyanır. Örnek vereyim: “Acun Karadağ bir kafede iki arkadaşıyla buluştu. Yemek yediler. İki saat kadar sonra lokantadan çıktılar” dediğimde Acun Karadağ hakkında ne dünürsünüz? E kadın arkadaşlarıyla yemek yemiş çıkmış ne var bunda? Şimdi bunu polis diliyle söyleyelim. “Dhkpc üyesi Acun Karadağ iki örgüt üyesiyle buluştu. İki kişiden talimat aldı veya talimat verdi” yazsak durum nasıl değişiyor değil mi? Demem o ki hakim bey şu gördüğünüz iddianamenin tamamı sizde, bizim hakkımızda bir algı oluşturmak üzere hazırlanmış. Bu iddianamenin yalnızca 22 sayfası bana ait suçlamalara dair. Suçlamalar dediğime bakmayın. Suç yaratmaya çalışmalar diye görün siz. Zira birkaç sayfa bir dergide yer alan haberler, birkaç sayfa bir sosyal medya hesabından bana dair paylaşımlar, birkaç sayfa yine başka sosyal medya hesaplarından direnişe dair benim adımın geçtiği paylaşımlar. Birileri beni paylaşmışsa, yazmışsa bunda benim suçum ne? Niye yazan, paylaşan kimse onlara sormuyorlar? Bunlardan geri kalanlar da bana açılan davaların listesi. Ve bunların tamamı 2016 Kasım ayından beri sokakta yürüttüğüm “İşimi Geri İstiyorum” eylemine ait faaliyetler. Öyle görünüyor ki iktidar haksızca elimden aldığı işimi geri vermezse yine tırnak içinde söyleyeceğim “daha çok suç işlemeye” devam edeceğim.

Yüksel Direnişçisi Acun Karadağ mahkemede kendini savundu

 

Bu algı oluşturmaya dair bana yapılan suçlamalardan birine örnek vereyim. “Hapiste olan bir örgüt üyesi hakkında Gülay diye bir örgüt üyesiyle telefonda konuştu. Hapishaneye gidiyor musun diye sordu” denilmiş. O hapiste ve örgüt üyesi diye lanse edilen arkadaşım İstanbul Bakırköy meydanında işimi geri istiyorum eylemi yapan Nursel Tanrıverdi’dir. Tutuklanmasının nedeni bir hakimin Bakırköy Özgürlük Meydanı’na 200m.yaklaşmama adli kontrolüne uymamaktır. Bu ihlalden 5 kez tutuklanmış, onar, on beşer gün hapishanede kalmış, tahliye olduktan sonra da her birinden beraat etmiştir. Şimdi de dışarıdadır. Artık eyleminden dolayı tutuklanmıyor. Nursel benim neredeyse 15 yıllık sendikadan arkadaşımdır. Ailesini de tanırım. Ailesini ailem gibi severim. İşte bu arkadaşımın ablası –kendisi emekli ve evde kedileriyle yaşayan bir kadıncağızdır- Gülay’ı arayıp hapishaneye gidiyor musun diye sormamdan daha doğal ne olabilir? Bu suçlama bile tek başına bu davanın açılmaması ya da beraat etmemiz için bir göstergedir. Polisin Nursel arkadaşın niye tutuklandığını yada benim onunla arkadaşlığımı bilmiyor olması mümkün değil. Düşünün ki polis mahkemeyi ne şekilde etkilemeye çalışmaktadır. Dosyadaki suçlamaların tamamı böyle algı yaratmaya dönük şeylerdir.

Çarpıcı bir örnek daha vereyim. Yalova’ya örgütsel işler için gittiğim yazılmış. Benim kızım Yalova’da üniversite okuyor. Hiç tanımadığı bir şehirde bir kız çocuğu okumaya gidince anne olarak siz de sık sık yanına gitmek zorunda kalıyorsunuz. Çocuğuma sahip çıkmayacak mıyım? Onun yanına gidemeyecek miyim? Bunu da polisin bilmemesi mümkün değil. Zaten bilmiyorsa emniyet teşkilatı kimlere emanet? Ama dosya bir şeylerle dolmak zorunda ya, yaz gitsin kendini anlatana kadar direnişi biraz daha oyalarız diye düşünmüş olmalılar.

Sayın mahkeme heyeti! Ben 29 Ekim 2016’da 675 sayılı kararname ile ihraç edildim. Ve ihraç edildiğimi öğrendiğim ilk gün “ben de okulumun önüne oturmazsam, ben de o işimi geri almazsam ne olayım” dedim. Düşünün ne büyük haksızlık? Yani dese ki iktidar, biz sizi attık çünkü artık devleti küçültüyoruz. 2012’den beri 600 bin kamu emekçisini zaten tasfiye etmeyi planlıyorduk ama nasıl işten çıkaracağımızı bilemiyorduk 15 Temmuz da bizim bahanemiz oldu filan deseler belki bi derece anlayacağım. Ama bunlar terör örgütüyle irtibatlı iltisaklı yazınca KHK’nın üstüne, onurunuza dokunuyor. Dışarıda biri bana terörist dese sensin ulan terörist diyeceğim kafa göz dalacağım ama iktidar diyince korkuyorsunuz bunu demeye. Kolluk elinde. Alır hapse atar maazallah. Bu durumda siz de bir onur mücadelesine giriyorsunuz. Öğrencilerinize sizi seven sayan insanlara, velilerinize ben terörist değilim diye ispatlamaya çalışıyorsunuz. İşte bu nedenlerle 14 Kasım 2016’da ihraç edildiğim okulun önüne öğrencilerimin yanına oturdum. Bana 15 gün gözaltı yapıldı. Sonra emniyet gözaltına almaktan vazgeçti. 25 gün okulumun önünde oturdum. Sonra kalbim bu strese dayanamadı ve ameliyat oldum kalbime pil takıldı. 1 ay evde dinlendim. İyileşme sürecim tamamlandığında isterse öldürsünler, bana yapılan haksızlığa tahammül edemeyeceğim, işimi bugün ya da yarın geri alacağım diyerek tüm riskleri göze alıp Yüksel caddesinde işi ekmeği için direnenlerin yanına gittim. Orada aylarca oturma eylemi devam etti ve polis bir kez bile saldırmadı. Ta ki açlık grevi yapan arkadaşlara aydın ve sanatçılardan destek gelip eylem alanımız kalabalıklaşana kadar. Binlerce insan eylem alanımıza gelince iktidar bu destekten rahatsız olup eylemi dağıtmak için gözaltı işlemlerine başladı. Aylarca gaz, plastik mermi, küfür, hakaret ve işkenceye varan şiddete karşılık eylemimizde ısrar ettik. Aylarca karakola götürüldük. Ev hapsi cezalandırmasına maruz kaldık. Ben o elektronik kelepçeyi çıkartıp evden çıktım. Tutuklanma talebiyle mahkemeye getirildim. Hakim beni dinledikten sonra bana hak verdi ve tutuklanmamı reddetti. Ve ev hapsi kararı kaldırıldı. Tüm bu eziyetlerden geçtiğimiz süreçten sonra emniyet neye mi karar verdi? Artık aylardır bizi alandan uzaklaştırmak için yakalayıp kabahatler kanunundan para cezası kesiyor ve hastane muayenesinden serbest bırakıyor. Yani artık diyor ki yaptığınız eylem suç değil, kabahat! Biz başından beri aynı eylemi yapıyor, elimizde işimizi istiyoruz yazılı bir döviz ya da pankartla alana çıkıyor birkaç cümle söylemeye çalışıyoruz. Bizim eylem biçiminde başından beri hiçbir değişiklik olmamasına rağmen emniyetin tavrı sürekli değişiyor. Neyi deniyorsa boşa çıkıyor. Çünkü bu eylem örgüt talimatıyla değil bizim emeğimizin, ekmeğimizin elimizden alınmasına duyduğumuz öfkeyle sürüyor. İktidar bizi ihraç ederken ne bekliyordu? Sessizce başımıza gelene boyun eğeceğimizi mi? Büyük ihtimal korkutma sindirme yayınları korkalım itiraz etmeyelim diyeydi. Ohal ilan edilmesi sırf biz emekçiler duruma karşı çıkmayalım diyeydi. Zaten AKP genel başkanının kendisi iş adamlarına yönelik “ Ohal’den neden rahatsız oluyorsunuz? Bakın bir işçi grevi bile yok artık. Daha ne istiyorsunuz?” demedi mi? İktidarın bizim direnişimizden asıl rahatsızlığı bundandır. Herkes susacaktı ama siz susmadınız KHK ile ihraçları gündemden düşürmediniz diyor. Bizi bu nedenle cezalandırmak istiyor. Direnişi itibarsızlaştırarak, bir örgüte mal ederek bizi yalnızlaştırmak istiyor. 3 yıldır bunu çok kez denedi. Ama olmadı. O bize suçlama olarak sunulan Yüksel gazetesi bizim sesimiz oluyor. Yüksel televizyonu bizim sesimiz oluyor. Evet hepsini biz direnişçiler çıkartıyoruz. Yazılarını biz yazıyoruz. Televizyon yayınını sosyal medya üzerinden biz yapıyoruz. Yaptığımız yayınlarda yazdığımız yazılarda suç unsuru olabilecek bir tek şey gösteremezler. İktidara kalsa bizim onları eleştirmemiz de suç. Bana açılan davalardan birini söyleyim. Rivayet o ki içişleri bakanının bir haberinin altına bakanın ismini bile vermeden vicdansızlar demişim. Şimdi birine vicdansız demek hakarete giriyorsa sosyal medyada milyonlarca insanın bakana, belden aşağı küfürleri ne oluyor acaba? Buradan söyleyim bizim kadar naif, kültürlü, söylemek istediğini edebi bir dille anlatabilen eylemci daha görmemiştir emniyet. 3 yıldır annelerimize kadar küfreden polise sadece ahlaksızlığını hatırlattığım, taciz eden polisi şikayetimin 2 yıldır savcılık soruşturmasında bekletildiğini bilmeme rağmen sabırla beklediğim doğrudur. Arkadaşımın göz kemiğini kıran polisi, arkadaşımın saçlarını kökünden koparan polisi, yine 76 yaşında Perihan teyzemizin yüzünü tanınmaz hale getiren ve ceza alan polisi, kaburga kemiklerimizi, kolumuzu bacağımızı kıran, astım hastası olduğum halde yakın mesafeden ağzıma gaz sıkan polisi sadece savcılığa şikayet ettiğimiz doğrudur. İddianamenin başında şöyle silahlı böyle külahlı diye anlatılan ve üyesi olduğumuz algısı oluşturulmaya çalışan örgütün üyesi olsaydık mahkeme ile filan uğraşmazdık sanırım. Bu eylemde 3 yıldır şiddet uygulayan, bizi sırf eziyet edin vazgeçsinler denildiği için döven polislere karşı bir fiske bile vurulmamıştır. Kalabalık dönemlerimizde bile bir taş, bir pet şişe, bir sert cisim atılmamıştır. Alanda asla küfür hakaret yapılmamıştır. Bu bir pasif direniştir. Biz sabırla işimizi geri istemeye devam ediyoruz. Sosyal medyada gazetelerde binlerce kez haber olduk. Ben televizyonlara çıktım anlattım tüm bu şiddet olaylarını. Bir hukuk adamı üstüne vazife alıp yahu bu insanlar bu eylemde ya iki kadın, ya bir kadın bir erkek, başlarında 50 polis şiddet uyguluyor ne oluyor burada diye kamu davası açmadı. Ama polis bizden kimi şikayet ettiyse dava açıldı. Niye polis haklı oluyor da vatandaş haklı olmuyor? Biz bu polis şiddetini normalleştirdik mi? Hukuk artık sadece polise mi işliyor? Vatandaşa hukuk yok mu? Belli ki yok. Bu durumda benim eylem yapmam kadar doğal bir şey olamaz. Mahkemelerde bulamadığım adaleti halktan beklemem kadar doğal bir şey olamaz. Adliye sarayları beni dinlemeyince ben de halka şikayet ediyorum onları. İktidarın rahatsız olduğu budur. Çünkü emniyeti iç işleri bakanı vasıtasıyla, mahkemeleri adalet bakanı ve kendi hakim ve savcıları vasıtasıyla kontrol altına alabiliyor ama tüm halkı kontrol edemiyor. İstiyor ki sadece o etkileyebilsin halkı. Bizim söylediklerimiz halka ulaşmasın. İstiyor ki halk bunlar terörist desin yanımıza yaklaşmasın. Ama ben bu direniş başladığından beri iki kez örgüt davasından 10 kereye yakın da 2911 davasından beraat ettim. İki kez kovuşturmaya yer yoktur kararı aldım. Çok şükür ki bazı hakim ve savcılar hala sağduyuludur ve korkularını bir kenara koymuşlardır.

Sayın mahkeme heyeti! Mezar anmasına gittiğimden bahsedilmiş. Benim bir tek mezar anmasında fotoğrafım yoktur. Yine de çoğu, sendikamızdan, hak mücadelesinden kaybettiğimiz insanların olduğu mezarlara gitmemek benim eksikliğimdir. Oraya gitmek suç değildir. Hangi örgütten olursa olsun, kim olursa olsun dini inançlara göre ölüden şeytan bile elini çekmiştir denilen bir ülkede bir ölüyü ziyaret suç değildir, olamaz, olmamalıdır. Adına kurultay yapılan Ayşenur Şimşek sağlık emekçileri sendikasının kurucusu ve onur üyesidir. Kaldı ki adına bir mahkeme kararı yoktur. Herhangi bir suçtan hüküm giymemiş, sendikanın kuruluş aşamasında direngenliği ve kararlılığı yüzünden polis tarafından kaçırılmış işkence edilerek öldürülmüş bir kamu emekçisidir. Sırf sendikaların yasallaşmasını engellemek için katledilmiştir. Keza Elmas Yalçın Tüm Belediyeciler sendikasının kurucusu, onur üyesidir. Yine Elmas Yalçın da hakkında örgüt üyesi olduğuna dair bir mahkeme kararı olmayan polis tarafından bir kafede vurulduğu sırada hala memuriyeti devam eden, yine sendikanın yasallaşmasına engel olmak isteyen emniyetin içine sızmış karanlık eller tarafından öldürülen bir kamu emekçisidir. Bunlar adına düzenlenen bir kurultaya direnişçi olarak davet edilmem, orada direnişimi anlatmam neden suç olsun ki? Bu insanların neden öldüğünü araştırmayan, öldürenleri yargılamayan iktidar hala ölüsüyle mi uğraşmaktadır? Ölene kadar devlet memuru olan bu insanlara bazı siyasi düşünceler terörist dedi diye ben de mi demek zorundayım?

İbrahim Devrim Top örgüt üyesi olarak lanse edilmiş. İbrahim Devrim top herhangi bir hüküm giymemiş bir gençtir. Kaldı ki hüküm giymiş olsaydı bile mahkemelerde yapılan haksızlıklar ortada. Benim Eğitim Sen’den arkadaşımın oğludur. Çorum’da oturan arkadaşıma baş sağlığına gitmem soruşturmaya konu edilmiş. Babası-annesi çocuklarının öldürülmesinin nedeninin araştırılmasını beklerken terörist ilan edilmesi, baş sağlığına gidilmesinin suç olarak gösterilmesi utanç vericidir.

Sayın mahkeme heyeti! Kendi sendikamdan aldığım para bile bu davada bahse konu olmuş… Her davaya konu olmuştu zaten. Üyesi olduğum sendika tarafıma dayanışma ücreti olarak her ay düzenli para yatırır. Buraya toplam 8 ayını yazmışlar, 7500 lira hesaplamışlar ama ben söyleyim. 2016 Aralık ayından beri her ay 1000 lira para yatırmışlardır. En yuvarlak hesapla 36 bin lira eder. Bunların hepsini örgüte verdim. Şaka şaka vallahi bu pahalılıkta ben de evimi anca geçindiriyorum. Çalışmıyorum, direniyorum. Çok şükür bu dayanışma ücreti ile ağaç kökü yemedik. Ancak iç işleri bakanı öyle baskı yapmış ve o denli cendereye almışlardır ki sendika yönetimini üzerimize kışkırtmışlar “niye khklara karşı eylem yapmıyorsunuz” dediğimiz sendikamız bunu bahane ederek üyeliğimizi askıya almış ve dayanışma ücretimizi kesmiştir. Geçen aydan beri ücretimiz yatmamaktadır. Bu iddianamede polis sanki bizler örgüt üyesi olduğumuz için kendi sendikamız bizi ihraç etmiş gibi hava yaratarak olayı anlatmış ancak biz biliyoruz ki eğitim sen kuruluşundan beri devrimci bir sendikadır ve direnişlere, direnişçilere terörist gözüyle bakmaz. Ancak iktidarın baskısının geldiği nokta şu ki direnişle baş edemeyen, direnişçileri maddi manevi köşeye sıkıştıramayan iktidar bu kez zayıf karakterli, korkak sendika yöneticilerini kullanmış siz onları atmazsanız biz sizin kapınıza kilit vururuz diyerek üyesi ile sendikası arasına girmiştir. İnanmazsanız sendika yöneticilerini tanık olarak dinleyebilirsiniz.

Polis iddianamede sık sık sözde yüksel direnişi demektedir. Sözde ise biz niye buradayız? İddianamenin konusu Yüksel Direnişi ve faaliyetleri. Bu faaliyetler ve bizim her gün iki kez elimizde işimizi geri istiyoruz pankartı ile Yüksel caddesi insan hakları anıtı önüne gidip işimizi geri istediğimiz söz değil fiilen, somut olarak herkesin gözü önünde gerçekleşen bir eylemdir. Ve bu eylemin adı Yüksel Direnişidir. Adını var olduğumuz Yüksel Caddesi’nden almaktadır. Bu sözde sözcüğü, iktidarın direnişe değer atfetmekten kaçınmasından, direnişin büyüklüğünü gölgelemeye çalışmasından başka bir şey değildir.

Özetle şunu söylemek isterim ki bu davada muhalefetin hareket alanını daraltmak için her itirazın, her eylemin-protestonun bir örgütle ilişkilendirilmesi, emniyetin mevcut iktidarı korumaya; emekçileri, halkı, haksızlığa uğrayanları köşeye sıkıştırmaya; haksızlığa uğrayanları kendi ülkelerinde hareket edemez hale getirmeye, susturmaya çalıştığı o kadar açık ki… Mesele, direnişçilerin örgüt üyesi olmaları filan değildir. Mesele direnişçilerin khk hukuksuzluğuna direnmekten vazgeçmemeleridir.

Bir dönem Ahmet Davutoğlu İşıd üyeleri için, bombayı patlatmadan nasıl yakalayalım nerden bilelim demişti. Bize gelince bomba değil elimize taş almadığımız halde sırf konuşup yazdığımız eylemlerden, okuduğumuz dergi ve kitaplardan, söylediğimiz şarkılardan, paylaştığımız birkaç fotoğraftan, eğlence amaçlı düzenlediğimiz pikniklerden, öğretmenliğimizi tatmin için verdiğimiz derslerden örgüt üyeliği çıkartabiliyorlar. Bana kalırsa ülkemiz bu baskı ortamını hak etmiyor. Biz bu baskıya direniyoruz ve herkesi haksızlığa karşı konuşmaya çağırıyoruz. İktidar bundan rahatsız olacaktır tabii. Biz de onun baskılarından rahatsızız. Muhalefet etme ve eleştiri hakkımızı kullanıyoruz. Anayasanın ve uluslar arası sözleşmelerin bize verdiği haklarımızı kullanıyoruz. İktidar bizi yeniden işe almamak için elbette suç yaratmaya çalışacaktır. Sırf bu nedenle iktidar bizi bir punduna getirip tutuklatacaksa bundan da korkmuyorum. Sokrates baldıran zehiri içerek ölüme mahkum edildiğinde karısı ağlayarak haksız yere öldürecekler seni diyor. Sokrat da karısına dönüp haklı yere öldürseler daha mı iyi diyor. Şimdi ben de söylüyorum; İyi ki burada, tacizci, tecavüzcü, katil, darbeci, çeteci, mafya, hırsız, uyuşturucu satıcısı, halk düşmanı olarak yargılanmıyorum. İşimi geri istediğim için suç yaratılacaksa, uydurma gerekçelerle tutuklanacaksam gider onurumla hapishanede kalırım. Ama bu iktidara ve ona hizmet edenlere asla boyun eğmem.

50 yaşındayım, kalbinde pil olan astım ve romatizma hastası bir kadınım. Bu yaştan sonra dağa çıkacak değilim. Sokakta her gün gözaltına alınmaktan, polis şiddetine uğramaktan, çocuğuma vakit ayıramamaktan, mahkemelerde yargılanmaktan da zevk alıyor değilim. Versinler işimi geri, ben de gidip torun torba büyüteyim. Ama diyorlarsa ki işini geri vermeyeceğiz, seni zorla örgüte üye yapacağız, o vakit 10 yıl hapse tıksalar 10 yıl sonra çıkıp o anıtın önüne geleceğim ve yine işimi geri istemeye devam edeceğim.

Tüm anlattıklarım ışığında mahkemenizin gerçekten işimizi geri istiyoruz eylemi adına yaptığımız şeyler dışında somut hiçbir delil olmayan bu davayı aklıselim olarak değerlendireceğini düşünerek, beraatimi talep ediyorum.

Acun Karadağ

Yüksel Direnişçisi Acun Karadağ mahkemede kendini savundu

Yorumlar kapalı.