İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. Yarın başlayacak olan tam kapanmayı değerlendiren Akşener, “Nihayet tam kapanma dediler. Dediler ama tam mı yarım mı kapanıyoruz o da belli değil. Milletimiz bu süreçte ne yiyecek, nasıl hayatta kalacak belli değil. Gecikmiş olsa da bu kararı önemli buluyoruz ama sadece kapanıyoruz demekle olmaz. Bu süreçte devlet imkanlarını seferber edip milletinin yanında olacaksın. Makamının sorumluluğunu bunu getirir. Onun için bir an önce çıkıp bir tam kapanma destek paketi açıklayın. “ dedi.
Akşener’in satırbaşları şöyle:
Böyle bir kutlu dine mensup olmamıza rağmen AK Parti iktidarının elinde Türkiye en büyük yönetim krizlerinden biri yaşıyor. Milletimiz AK Parti’ye güvendi, yetkiye verdi ama onlar öyle bir koltuk sevdasına düştü ki, saraylara kapanıp paranın gücüne öyle esir oldular ki ne ahlak, ne takva kaldı.
Bugün bunların sonucunu her alanda tüm gerçekleriyle yaşıyoruz. Onlar sarayda sefa sürerken yönetim krizini milletçe ödüyoruz.
Erdoğan 23 Nisan’da çıktı dedi ki, “Toprak kan dökülmemişse zaten vatan olmaz. Arsa var, arazi var, araziyi arsaya dönüştürmek için belli bir bedel ödemek gerekiyor.” dedi. Türk devletini idare eden birine vatan ne demek anlatmak zorunda kaldığım için utanıyorum.
Baş müteahhit sayın Erdoğan, vatanı da kupon arazi zannediyor. Kendisi vatanı rant peşinde koşup, arazileri parsellemek olarak görüyor. Vatan deyince aklına arsanın ücretinden başka bir şey gelemeyen utanmazlığa, ahlaksızlığa bakın. Vatan sizin kupon araziniz değil, şehitlerimizin emanetidir. Vatan, Malazgirt’le kapı açan Sultan Alparslan’dır. Vatan, Çanakkale’de ölüme koşan Mehmet’tir. Vatan, 1923’de mührü vurulan Cumhuriyet’tir, Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Biden’ın ‘soykırım’ ifadesi
İktidarın sergilediği bu cahillik yüzünden, Türkiye sürekli kaybediyor. Her alanda kaybediyoruz. Joe Biden’ın 24 Nisan’da yaptığı açıklama sonrasında da öyle oldu. Biden’ın sözde soykırım açıklaması milletimizi derinden yaraladı. Vatandaşlarımızın gözü kulağı sayın Erdoğan’a çevrildi.
Bir baktık ki kafası bozulana posta koymakla övünen dünya lideri gitmiş yerine pek bir terbiyeli, şeker, pek bir minnoş Mr. Erdogan gelmiş. Rüzgar esse atarlanan sayın Erdoğan, çıkıp da “Ey Biden sen kimsin be” demek yerine “Sayın Biden” demek zorunda kalmış.
Rıza Zarrab için seferber olanların en azından bir nota vermesini bekliyordum. Müzik notasına bile razıydık. Güvenlik ve işbirliği protokollerini masaya yatırmasını bekliyorduk. Sayın Erdoğan ise Biden’a kibarca sitem edip, kibarca Ermenistan’a yaptırım sinyali verdi. Sayın Erdoğan yemezler.
Bir memleket masası topla demiştik. Orada Türkiye’nin sorunlarını ortaya koy, bilgileri aktar. Onların üzerine muhalefet partilerinin genel başkanları da görüş bildirsinler ve ortaya bir karar çıksın. Ondan sonra da Türkiye’nin birliği, beraberliği içinde bir tablo çıksın demiştim.
AK Parti’nin sözcüleri, küçük büyük ortağı dahil her türlü hakaretler, sövgü ile karşılaştık. O gün memleket masasını toplasaydın bugün Mr. Erdogan olmak zorunda kalmazdın.
Kürsü delikanlısı sayın Erdoğan, nefret ettiği rahmetli İnönü’nün Johnson mektubuna koyduğu postayı Biden’a koyamıyor. Beğenmediği rahmetli Ecevit’in dünyayı karşısına alma pahasına Kıbrıs’ta gösterdiği dirayeti Biden’a karşı gösteremiyor. Zerre hazmettiği Demirel’in İncirlik Üssü’ne Türk bayrağı diktiği o dik duruşunun yanından bile geçemiyor. O dile sakız ettiği eski Türkiye’nin başbakanlığının kırıntısını bile gösteremiyor. Sayın Erdoğan’ın bize yutturmaya çalıştığı yeni Türkiye, Yenik Türkiye’dir. Dış politikada ise ezik Türkiye’dir. Buna izin vermeyeceğiz.
Sayın Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değildir. Damadını sevdiğin kadar Türkiye’yi de seveceksin. Rıza Zarrab’ı kolladığın kadar, devleti de kollayacaksın. Atadığın beceriksiz bakanların arkasında durduğun kadar millet ve memleket çıkarlarının da arkasında duracaksın. Öyle kuyruğu kıstırıp milletimizi Haziran’daki görüşmeyle oyalamak yok, bağırma işini küçük öfkeli ortağına devredip öyle kaçıp saklanmak yok. Türk milleti senden makamına yakışır şekilde cevap vermeni bekliyor. Ya beceriksizliğini kabul et, özür dile ve memleketi seçime götür. Ya saray sefasını bırakıp işini yap ya da milletimiz yetkiyi bize versin biz gerekeni yapalım.
Tam kapanma
Yarın akşam itibariyle Türkiye 18 gün tam kapanacak. Başından beri uyardık. Bilime kulak verin dedik, dinlemediler. Öneriler getirdik, çözümler sunduk kulak asmadılar. Vaka sayılarında patlama oldu önemsemediler. Sadece Mart ayında 8 bine yakın vatandaşımızı kaybettik oralı bile olmadılar. Vatandaşlarımız aşı nerede diye sordu, Çinliler geçiştirdi dediler. Lebaleb kongrelerini yapıncaya kadar kısmi kapanma kararı bile almadılar. En sonunda kongreler bitti, kısmi kapanmaya geçtiler. Nihayet şimdi de tam kapanma dediler. Dediler ama tam mı yarım mı kapanıyoruz o da belli değil. Milletimiz bu süreçte ne yiyecek, nasıl hayatta kalacak belli değil.
Gecikmiş olsa da bu kararı önemli buluyoruz ama sadece kapanıyoruz demekle olmaz. Bu süreçte devlet imkanlarını seferber edip milletinin yanında olacaksın. Makamının sorumluluğunu bunu getirir. Onun için bir an önce çıkıp bir tam kapanma destek paketi açıklayın.
Paket kapsamında, günlük ve haftalık çalışanlara, düzenli geliri olmayanlara, acilen destek sağlayın. Kapanma mücbir sebep sayılsın, beyanname verme ve vergi ödeme yükümlülüklerini 1 ay erteleyin. Nisan sonu yapılandırma ödemelerini, en son taksitten bir sonraki aya erteleyin. Esnaf için kira stopajlarını sıfırlayın. Çek ve senetler, 29 Nisan dahil, Mayıs ayı sonuna kadar yazılmasın. İcra takiplerini, Mayıs ayı sonuna kadar durdurun. BDDK üzerinden, kredi takip başlangıçlarını, 1 ay daha uzatın. Düşük gelirli vatandaşlarımızın evleri ile, küçük esnafımızın işyerleri için, Nisan ve Mayıs ayı elektrik faturalarını, kullanımları takip eden 6 aya yayarak tahsil edin. Belediyelere bağış kabul etme izni verin. Ayrıca, bunların haricinde, defalarca dile getirdiğimiz gibi, hane halkına, kişi başı 500 lira hibe desteği, esnaflarımıza da, çalışan başına 10.000 lira, faizsiz, 1 yıl geri ödemesiz kredi verin. Gelin, önerilerimize bu defa kulak verin, bari bu tam kapanma sürecinde milletimizin yanında olun. Şu pandemi sürecinde, bir defa olsun, devlet ciddiyetiyle hareket edin.
Pandemi sürecinde, milletini zerre düşünmeyen iktidar, bir yılı aşkın süredir, canla başla çalışan sağlık ordumuzu da, artık gözden çıkarmış görünüyor. Pandeminin başında, her akşam saat 9’da alkışlattıkları sağlık ordumuz, artık kaderiyle baş başa. Gözlerinin önünde eriyen hastaları mı düşünsünler, evde bıraktıkları çocuklarını mı dert etsinler, yoksa bütün bunların üzerine, omuzlarındaki ekonomik yüke çare mi arasınlar? Gösterdikleri o büyük özveriye rağmen, onlara reva görülen çile işte bu. Sağlık çalışanlarımızın sağlığı, doğal olarak risk altında. Çalışma saatleri belli değil. Ayda 100-120 saat arası fazla mesai yapıyorlar. Moral ve motivasyonları için ekonomik paketler önerdik, iktidar oralı bile değil.
Buradan iktidara seslenmek istiyorum; İş bilmezliğinizin ceremesini, bu fedakar insanlar çekiyor. Yüzlerce hasta arasında mücadele ediyorlar. Sağlık çalışanlarımızın morale ihtiyacı var. Covid-19’u meslek hastalığı sayın. Salgınla mücadele ederken, hayatını kaybeden sağlık çalışanlarımızı, şehit kabul edin. Bu büyük mücadeledeki özverilerini, kuru kuruya değil, 3600 ek göstergeyle alkışlayın. Bu üstün gayretin karşılığında, 4A, 4B gibi farklı uygulamaları kaldırıp, sosyal haklarını, tek çatı altında toplayın. İcapçılıkta sadece doktorlara değil, tüm sağlık personeline ödeme yapın. Böyle beceriksizlik olmaz. Böyle vefasızlık olmaz. Ayıptır, günahtır. Bir an önce sağlık çalışanlarımızla ilgili gereken adımları atın!
‘Atanamayan öğretmenler yeni meslek oldu’
Eğitim ordumuz da, tıpkı sağlıkçılarımız gibi çile çekiyor. Kadrolu, sözleşmeli, ücretli gibi, başka başka öğretmen kadroları uydurdular, her bir öğretmenimizi, ek iş yapmak zorunda bıraktılar. Mesela, ücretli öğretmenlerimiz. Ders verdikçe ücret alıyorlar. Bu dönemde, eğitime ara verildiği için perişan durumdalar.
Bakın; Haftada, hadi en yükseğinden alalım, 30 saat ders veren, bir ücretli öğretmenin eline, saati 19.70 liradan, ayda yaklaşık 2 bin 300 lira para geçiyor. İşe bakar mısınız? “Asgari” ücreti iktidar belirliyor, Ama aynı iktidar, öğretmenine asgari ücretin altında maaşı reva görüyor. 100 bin ücretli öğretmenimiz var. Eğitim ordumuzun 100 bin neferine, ayda verilen ücretin toplamı, 230 milyon lira. Yılda 9 ay çalışabildiklerini farz edersek, bir yıllık ücretlerinin toplamı, 2 milyar 760 milyon lira. İktidar, evlatlarımızı emanet ettiğimiz, 100 bin eğitim neferine, bir yıl için 2 milyar 760 milyon lirayı çok görüyor. Ama aynı iktidar, sadece İstanbul havalimanını işleten şirkete, 2020 yılı için, 2 milyar 300 milyon lira, garanti ücreti ödemekten geri durmuyor. Yani uçmayan uçağın, o uçağa binmeyen yolcunun parasını ödemekten gocunmuyor. Öğretmenine çok gördüğünü, müteahhidine yağdırmaktan çekinmiyor. İşte size, Ak Parti’nin adalet anlayışı. İşte size, Ak Parti’nin eğitime bakışı. İşte size, dünün mücahidi, bugünün müteahhidi Sayın Erdoğan’ın, millet sevgisi. Yazıklar olsun.
Mesele sadece ücretli öğretmenlerimizle bitmiyor. Mesela atanamayan öğretmenlerimiz var. Şüyuu vukuundan beter. Artık maalesef, böyle de bir meslek kolumuz oldu. Hayaldi, AK Parti iktidarında, bir rezalet daha gerçek oldu. Allah aşkına, bir ülkede, “atanamayan öğretmen” diye bir sorun olabilir mi? Atamayacaksan, neden öğretmen yetiştiriyorsun? Öğretmen yetiştiriyorsan, neden göreve atamıyorsun? Türkiye’de öğretmen fazlası mı var?
Özel okullarda, her 8 öğrenciye bir öğretmen düşerken, devlet okullarında, her 16 öğrenciye bir öğretmen düşüyor. Devlet okullarındaki öğretmen sayısını, özel okul seviyesine çıkarmak için, Türkiye’nin 800 bin yeni öğretmene ihtiyacı var. Yani, kaliteli eğitim sağlamak için, çok büyük bir öğretmen açığımız var. Bu kadar büyük bir açığın olduğu bir ülkede, atanamayan öğretmen diye bir sorun olabilir mi?
Elbette olamaz. 800 bin yeni öğretmen kulağa fazla geliyor değil mi? “Kaynak nerede?” diye soracak olan Ak Partilileri şimdiden duyar gibiyim…
Oysa her 100 bin öğretmenin devlete maliyeti, sadece 8 milyar lira. Bunun 2 milyarını da, vergi olarak geri alıyor, yani 100 bin öğretmenin, devlete net maliyeti, 6 milyar lira. Bindiği uçağı satsa 50 bin öğretmene iş olur.
Suriyeli sığınmacılara harcanan parayla, 800 bin öğretmenin 10 yıllık gideri karşılanır. Kanal İstanbul’a harcayacağı parayla, Türkiye’deki her devlet okulu yıkılıp baştan yapılır, Öğretmeniyle, atölyeleriyle, özel okullardan daha iyi seviyede eğitim verilir. Ez cümle; Mesele, kaynak meselesi değil, mesele, öncelik meselesi. 100 bin öğretmenin maaşını, tek kalemde müteahhidinin cebine koyan bu anlayış, Türkiye’yi geleceğe taşıyamaz. Ülkenin kaynağı, imkanı ve daha da önemlisi ihtiyacı varken, Sırf canı istemediği için, 800 bin öğretmenimizi atamayan bu iktidar, çocuklarımıza hak ettikleri gibi bir gelecek sunamaz. “Milletine nankör, yandaşına bonkör.” olanların, milletimize yokluk ve çileden başka vereceği bir şey olamaz. Bu kadar açık, bu kadar basit, bu kadar net! Aç gezerken insanlar, umutsuz gezerken gençler o bankamatik memurlarının o paraları alma hakkı yoktur.
Beş maaş alanları ise Allah’a havale ediyorum. Buradan söz veriyorum inşallah İYİ Parti iktidarında bu zulme son verip sizlere, “Sevgili öğretmenim” diye taktim edeceğiz.
‘Yarınımızı tehdit ediyor’
İbni Haldun 600 yıl önce devletlerin çöküş işaretlerini şöyle sıralamış:
- Yöneticilerin aykırı seslere tahammülü olmaması.
- Baskı ve zulmü yönetim biçimi olarak görmesi.
- Etrafında toplananları devlet kademelerine getirmesi.
- Yöneticilerin sebepsiz zenginleşmesi.
- Ekonomi bozmak.
- Halka haksız işler yüklemek ve halkı haksız çalışmaya zorlamak.
650 önceki uyarılara, bilgeliğe bakar mısınız? Bunların tamamını Erdoğan ve ekibi eksiksiz bir şekilde uyguluyor. Artık açık, seçik ortadaki bu ucube yönetim sistemi Türkiye’yi de, milletimizi de mağdur ediyor. Yarınımızı da tehdit ediyor. Ülkemizin geleceği için bir tehlike halini aldı.
Gençlerimizin yüzde 27’si ne okuyor ne çalışıyor. Bu düzen böyle gitmez. Bugün gençlerimizin büyük bir çoğunluğu Türkiye’den gitmek istiyor. Gidenler öyle çok büyük beklentiler ile gitmiyor.
Aralarında Almanya’ya, ABD’ye, Kanada’ya, İngiltere’ye, Avustralya’ya gidenler var. Asıl acı olan ne biliyor musunuz? Ukrayna’ya, Polonya’ya, Romanya’ya gidenler var. Çin’e, Tayvan’a hatta Vietnam’a gidenler var. Gençlerimizi iş bulup, mutlu huzurlu bir hayat kurmak için daha dünün demir perde ülkelerine gitmek zorunda bırakmak kadar utanç verici bir şey olabilir mi?
İktidarı bir kez daha uyarmak istiyorum, Türkiye için alarm zilleri çalmaya başladı. Bu işler öyle rekabetçi kur masalları anlatarak veya sayın Erdoğan gibi üç çocuk diye gezerek olmaz. Bu işler, gençlerimize nitelikli istihdam sağlayacak bir eğitim ve ekonomi modeli kurarak olur. Demografik fırsat penceresinin, bu son döneminde Türkiye, eğer, bu gençlerimize iş sağlayacak bir büyüme modeline geçmezse, çok değil, çeyrek asır içinde, çok ciddi bir yaşlılık krizi yaşayacağız. Ülkemizde, adaleti ve demokrasiyi tam ve kamil olarak uygulayamazsak, en nitelikli gençlerimizi, başka ülkelere kaptıracağız.
‘Gençlerimizi iş ve aş sahibi yapacak bir iktidara ihtiyaç var’
Türkiye’nin, çöküşün değil, yükselişin gereklerini yapacak bir iktidara ihtiyacı var. Sayıları 1 buçuk milyona yaklaşan üniversite mezunu gençlerimizi, iş ve aş sahibi yapacak bir iktidara ihtiyacı var. Türkiye’nin, liyakatli kadrolarıyla göreve hazır olan, cesurlara, İYİ Parti’ye ihtiyacı var. Bizim planlarımız, projelerimiz hazır. İktidar olduğumuzda, iktidarın gençlerimize reva gördüğü bu düzeni değiştirmek için, yol haritamız hazır.
Gençlerimizin büyük bir bölümünün işsiz bulamamasının, hayal ettiği işte çalışamamasının, ya da hak ettiği maaşı alamamasının, en önemli nedenlerinden biri de beceri uyumsuzluğudur. Yani, yüksek öğrenim ve mesleki eğitim kurumlarımızdan, mezun olan gençlerimizin beklentileriyle, iş dünyasının beklentileri örtüşmüyor. Vatan toprağına, arazi gözüyle bakan Ak Parti zihniyeti, eğitim kurumlarına ve üniversitelere de, dikilecek bina gözüyle baktığı için, yüksek öğrenim kurumlarımız, yeni dönemin ihtiyaçlarını karşılamaktan giderek uzaklaşıyor. İşte o nedenle, beceri uyumsuzluğuyla mücadele planımız kapsamında; üniversiteler, özel sektör, devlet planlama ve kalkınma kurumlarının, ortak karar aldığı ve yönlendirdiği, bölgesel koordinasyon merkezleri kuracağız.
Bu merkezlerde, bölgenin ihtiyaçlarını, bölgedeki gençlerin yeteneklerini ve yetenek açıklarını tespit ettikten sonra, gençlere yatkın oldukları becerileri kazandırarak, bu ihtiyaçları karşılayacak, teknoloji kampüsleri ve uzmanlaşmış meslek yüksekokulları kuracağız. Rehberlik öğretmenlerimiz, aynı zamanda, gençlerin kariyer danışmanı olarak da görev yapıyorlar. Ama hem öğrenci sayısının çokluğu, hem de aldıkları eğitimin niteliği yüzünden, çoğunlukla yetersiz kalıyorlar.
Bu da öğrencilerimizin yanlış yönlendirilmesine yol açıyor. İşte bu nedenle, her mahalleye, çocuklarımızın yeteneklerini ve isteklerini, küçük yaştan itibaren tespit edecek, kariyer planlama merkezleri kuracağız. Aile hekimliklerine benzer bir biçimde çalışacak bu merkezlerde, gençlere yönelik kariyer rehberlik programları uygulayacağız. Böylece çocuklarımıza, geleceğin mesleklerini ve becerilerini kazandırıp, beceri uyuşmazlığını en aza indireceğiz.
Gençlerimizin, iş hayatına ilk girdikleri andan itibaren, karşılaştıkları sorunlardan bir başkası da, güvencesiz işler ve adaletsiz iş yerleri. Haklarını arayan gençlerimiz ise, ya maaş ile tehdit ediliyor, ya da işten atılıyor. Gençlerimiz sürekli olarak, aç kalmak ile hak aramak arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Bu sorunu çözmek için, güvenceli ve esnek çalışma modellerini yaygınlaştıracağız. Böylece gençlerimiz, harçlıklarını çıkarmak için bile olsa, yarı zamanlı çalıştıklarında, belirli sosyal güvencelere sahip olacaklar ve özlük haklarını kaybetmeyecekler. Gençlerimiz, işleri ve hayatları arasında bir denge kurabilecek, hayatlarını çileli bir çalışma sürecinde geçirmek yerine, kendi isteklerini gerçekleştirme fırsatına da sahip olacaklar. Yani çalışmak için yaşamayacak, yaşamak için çalışabilecekler. Ne eğitimde, ne de istihdamda olan gençlerimiz için, İkinci Şans Okulları ve Garantili Yetenek Programları oluşturacağız. İkinci Şans Okulları ile, umudunu kaybetmiş veya uzun zamandır işsiz olan gençlerimize, tekrar eğitim imkânı vererek, onları istihdama kazandıracağız.
Garantili Yetenek Programları’yla ise, yeni bir kariyer alanına yönelmek, veya becerilerini geliştirmek isteyen gençlerimize, haftalık belirli bir ücret karşılığında, eğitim olanakları sunacağız. Ülkemizde meslek liselerinde okuyan gençlerimiz, düzensiz ve güvencesiz bir çıraklık süreci ile karşı karşıya. Oysa mesleği öğrenmek ve deneyim kazanmak açısından çıraklık, çok önemli bir kavramdır. Çıraklara işçi niteliği tanıyarak, iş ve sosyal güvenlik yasalarının kapsamına alınmalarını sağlayacağız.
Yapılan bir araştırmaya göre, 2030 yılına geldiğimizde, çalışma hayatında, ileri seviye bilişsel yetkinliklere, sosyal yetkinliklere, ve teknoloji yetkinliklerine olan talep, ciddi oranda artacak. Bu yüzden, çocuklarımıza kodlama ve programlama öğretmenin yanında, yaratıcılık, karmaşık bilgi yorumlama, eleştirel düşünme, empati, ve adapte olabilme gibi, teknik olmayan becerileri de kazandırmamız şart.
Bunun için, İYİ Parti iktidarında, Milli Eğitim Şurası’nı acilen toplayıp, çıktıları çerçevesinde, eğitim sistemimizi ve müfredatımızı, geleceğin dünyasına uyumlu hale getirecek, eğiticilerin eğitimi konularını da kapsayan, bir Eğitim Reformu sürecini hızlıca başlatacağız.
‘Asıl normal olmayan, AK Parti iktidarının bu yönetim anlayışı’
Sevgili gençler; Ülkemizdeki ve dünyadaki gelir adaletsizliğinden dolayı, geleceğe karamsar yaklaşmanız normal. Bir de üstüne “gençler iş beğenmiyor.” diyerek, sorunun sizde olduğunu ima eden yöneticiler yüzünden, kendinizi çaresiz hissediyor olmanız da normal. Asıl normal olmayan, Ak Parti iktidarının bu yönetim anlayışı.
İşte o nedenle; Sizin hakkınızda abuk sabuk racon kesenlere, kafayı takmayın. İktidarın, size öğretmeye çalıştığı çaresizliği, kabul etmediğiniz için, faturayı size kesenlere kulak asmayın. Sorunun sizde olmadığını, sakın aklınızdan çıkarmayın. Türkiye’ye, ve her şeyden önemlisi de, kendinize olan güveninizi asla kaybetmeyin.
Unutmayın; Türkiye, size hak ettiğiniz hayatı verebilecek bir ülke. Bu günler elbette geçecek. İlk seçimde, hak ettiğiniz mutluluk ve huzuru, sizden esirgeyenler çekip gidecek. O sandık gelecek, ve sizi yarı yolda bırakan bu iktidar gidecek. Siz sandığa geleceksiniz, onlar da tıpış tıpış gidecek. Bundan emin olun.
Türkiye’yi yönetenler hayal kuramıyorsa, milletimiz de, gençlerimiz de hayal kuramaz. Milletimiz için daha iyi bir hayatın, hayalini bile kuramayan, bu çapsız iktidarla, Güçlü, zengin, ve mutlu bir Türkiye vizyonu koyamayan, bu garip zihniyetle, Memleketin en basit meselesini bile çözemeyen, bu beceriksiz kadrolarla ve tüm bunların bir ürünü olan, bu ucube sistemle, Türkiye rahata eremez. Bu kadar basit. Ama karamsarlığa lüzum yok. Umutsuzluğa yer yok. Biz bunun için varız. İYİ Parti bunun için var.
Bu hayalleri kurmak da, gerçekleştirmek de, Güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye’de yaşamak da mümkün. Çünkü Türkiye büyük bir ülke. Potansiyeli olan ülke. Başarmak için ihtiyacı olan her şeye sahip olan bir ülke. Kaynaklarını, emeğini, hazinesini, eşe, dosta, yandaşa peşkeş çekmezseniz, Türkiye 83 milyon vatandaşını, bolluk içinde yaşatabilecek bir ülke.
Yorumlar kapalı.