Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 83. yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törende, “Eğer bu ülkede Gazi’nin bölgemizi ve dünyayı kucaklayan siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri mirasına sahip çıkan birisi varsa o da biziz” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 83. yıldönümü dolayısıyla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) tarihi konser salonunda düzenlenen anma töreninde konuştu.
Atatürk’ün askerlik hayatının geçtiği yerleri aktaran Erdoğan, “Dikkat edilirse Mustafa Kemal, Libya’da, Suriye’de, Çanakkale’de, Kafkasya sınırlarımızda, Anadolu’nun her karış toprağında… Hani bize, ‘Azerbaycan’da, Suriye’de, Libya’da ne işin var’ diyorlar ya… Hani siz Kemalist’tiniz, siz Atatürk’ün yolundan gidiyordunuz. Dürüst değiller. İşte biz, bu millet, nerede ne yapılması gerektiğini gayet iyi biliyor ve atılması gereken adımları da vakti saati geldiğinde atıyor” dedi.
Erdoğan şöyle konuştu:
“HÜRMETLE, RAHMETLE YAD EDİYORUM”
“İstiklal Mücadele’mizin başkomutanı, Cumhuriyet’imizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 83’üncü yıldönümünde hürmetle, rahmetle yad ediyorum. Malazgirt Zaferi’nden beri bu toprakların vatanımız olması için mücadele eden, gözlerini kırpmadan canını veren tüm şehitlerimize, gazilerimize, kahramanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Kurucu kadro başta olmak üzere, Büyük Millet Meclisi’mizin toplandığı ilk günden bugüne kadar Cumhuriyet’imizin ayakta kalması, gelişmesi, büyümesi için gayret gösteren herkese şükranlarımı sunuyorum.
“AMACIMIZ, 100. YILDA ÜLKEMİZİ, ECDADIMIZIN MİRASINA LAYIK BİR SEVİYEYE ÇIKARMAKTIR”
Halen sınır boylarımızda vatan nöbeti bekleyen askerimizden, ekmek teknesi başında ter döken esnafımıza ve işçimize, toprağını eken çiftçimize, fabrikasında üretim yapan girişimcimize, kamuda görev yapan insanımıza kadar büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası için çalışan herkese müteşekkiriz. Amacımız, Cumhuriyet’imizi, kuruluşunun 100. yılında ülkemizi, ecdadımızın mirasına layık ve milletimizin hayallerine uygun bir seviyeye çıkarmaktır.
“CUMHURİYET’İ YAŞATMAK VE BÜYÜTMEK İÇİN GECE GÜNDÜZ ÇALIŞIYORUZ”
İlhamımızı Malazgirt’ten, İznik’te atılan ilk temelden, Söğüt’te dikilen ulu çınardan, İstanbul’un fethinden, Çanakkale destanından, İstiklal Harbi’mizden alarak aydınlık geleceğimize doğru yürüyoruz. Küresel krizlerin üstesinden başarıyla gelen, hangi engelle karşılaşırsa karşılaşsın mücadeleden vazgeçmeyen bir ülke olarak, her geçen gün hedeflerimize biraz daha yaklaşıyoruz. Hem devraldığımız birikime sahip çıkan hem de bugüne kadar yapılanları beşe, ona katlayan yeni hizmetlerle Cumhuriyet’i yaşatmak ve büyütmek için gece gündüz çalışıyoruz.
“ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU’NU BEYTEPE’DEKİ YENİ YERİNE TAŞIYACAĞIZ”
Bugünkü toplantımızı gerçekleştirdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın eski binası ve hemen yanı başındaki yeni binası bu anlayışın somut örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. Aynı şekilde İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nin eski ve yeni binaları da ülkemizin nereden nereye geldiğinin birer sembolleridir. Aynı anlayışla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’muzu, Kavaklıdere’deki eski binasından inşallah önümüzdeki yıl sonunda Beytepe’deki yeni yerine taşıyarak bir başka sembolik adımı daha atmış olacağız.
“ATATÜRK’ÜN İSMİNİ DİLLERİNDEN DÜŞÜRMEYEN AMA ONU ANLAMAK İÇİN EN KÜÇÜK GAYRET GÖSTERMEYENLER…”
Atatürk’ü anmak elbette önemlidir ama asıl olan, Atatürk’ü, verdiği mücadelenin izini sürerek, gerisindeki sebepleri doğru şekilde tespit ederek anlamaktır. Ülkemizde dillerinden Atatürk’ün ismini düşürmeyen, ama onu anlamak konusunda en küçük gayret de göstermeyen bir kesim hep olagelmiştir.
Mustafa Kemal, akademideki eğitimi sonrasında yüzbaşı rütbesiyle 1905’te Suriye Şam’daki 5. Ordu’da göreve başladı. 1907’de Makedonya’daki 3. Ordu’ya tayin olduktan sonra, hemen ardından 1908’de Libya Trablus’taki ilk görevine gitti. Büyük Savaş öncesi Avrupa’da tespitlerde bulunmak üzere 1910 yılında Fransa, İsviçre, Belçika ve Hollanda’yı kapsayan bir gezi yaptı. İtalyanların Libya’ya saldırması üzerine 1911 yılında binbaşı rütbesiyle tekrar Trablus’a giderek 1912 Ekim’ine kadar süren, gözünden ve kolundan yaralandığı tarihi bir mücadele yürüttü. 1. Dünya Savaşı’nın arifesinde yarbay rütbesiyle bulunduğu Sofya’dan, Tekirdağ’da yeni oluşturulan 19. Tümen Komutanlığı’na atandı. Ardından başında bulunduğu 57. Alay’la destan yazdığı Çanakkale’ye geçti. 1915 sonunda İstanbul’a döndü. Görevlendirildiği 16. Kolordu Komutanlığı’nda birliği ile birlikte Halep üzerinden Diyarbakır’a geçerek, 1916 yılında Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtardı. 2. Ordu Komutanlığı’ndaki görevinden Alman general ile olan anlaşmazlığı sebebiyle istifa ederek 1917 sonunda İstanbul’a döndü. Veliaht Vahdettin’in Almanya seyahatine eşlik ederken kendisini yakından tanıma imkanı buldu. Böbreklerinden rahatsızlandığı için 1918 Mayıs’ında bir müddet Viyana’da tedavi gördü. Sultan Vahdettin’in tahta çıkmasının ardından 1918’in ağutosunda 7. Ordu Komutanlığı’na atanarak Nablus’a geçti. Suriye’nin kaybedileceğinin anlaşılması üzerine Halep’e çekildi. Mondros Anlaşması’nın ardından Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevine getirildi. İngiliz işgalinin ardından bu ordu dağıtılınca İstanbul’a geri döndü. Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’yi başlatmaktan başka çare kalmadığını gördü. Bu amaçla 9. Ordu Kıtaları Müfettişi unvanıyla Samsun’a doğru yola çıktı. Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs sabahından itibaren de hepimizin bildiği şanlı Milli Mücadele süreci başladı. Cumhuriyet’in ilanıyla taçlanan Milli Mücadele’nin her safhası da bu çizginin devamı ve tamamlayıcısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
“GAZİ’NİN MİLLETİMİZE İŞARET ETTİĞİ İSTİKAMET İŞTE BUDUR: LAF DEĞİL, İCRAAT”
Her fırsatta önünde poz verdikleri ama içinde ne olduğunu bilmedikleri Nutuk’ta, Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte ortaya konan üç hedef belirtilir: Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni memleketleri seviyesine çıkartacağız. Memleketimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartacağız. Gazi’nin milletimize işaret ettiği istikamet, işte budur. Laf değil, icraat.
Milli iradenin üstünlüğü temeli üzerine bina edilen yeni devletimizin, yaşadığımız tüm arayışlara ve badirelere rağmen 2 bin yıllık devlet silsilemizin devamı olduğu da asla unutulmamıştır. Milletimiz, her tökezlemenin ardından devletine daha güçlü şekilde sahip çıkarak Cumhuriyet’imizin ilelebet yaşayacağı gerçeğini dost, düşman herkese göstermiştir.
“DİKKAT EDİLİRSE MUSTAFA KEMAL LİBYA’DA, SURİYE’DE, ÇANAKKALE’DE, KAFKAS SINIRLARIMIZDA…”
Gazi Mustafa Kemal’in askerlik hayatı boyunca görev yaptığı yerler ve verdiği mücadele ile Cumhuriyet’le ulaşmak istediği hedefler eminim sizlere de tanıdık gelmiştir. Dikkat edilirse Mustafa Kemal, Libya’da, Suriye’de, Çanakkale’de, Kafkasya sınırlarımızda, Anadolu’nun her karış toprağında… Hani bize ‘Azerbaycan’da, Suriye’de, Libya’da ne işin var’ diyorlar ya… Hani siz Kemalist’tiniz, siz Atatürk’ün yolundan gidiyordunuz. Dürüst değiller. İşte biz, bu millet, nerede ne yapılması gerektiğini gayet iyi biliyor ve atılması gereken adımları da vakti saati geldiğinde atıyor.
“BU ÜLKEDE GAZİ’NİN MİRASINA SAHİP ÇIKAN BİRİSİ VARSA O DA BİZİZ”
Mustafa Kemal, milletimizin istiklal ve istikbal mücadelesinin gerektirdiği her yerde bilfiil savaşmış, mücadele etmiştir. Bununla kalmamış, gelişmelerin arkasından değil, önünden gitmek için Avrupa’yı ve dünyayı takip etmiştir. Şimdi biz, Amerika’da, New York’ta Birleşmiş Milletler binasının tam çaprazında Türk Evi inşa ettik. Ve orada adeta birilerine de mesajımızı en güzel şekilde verdik. Gazi Mustafa Kemal’in bu serencamı, bugünkü Türkiye’nin de yol haritasıdır. Türkiye bugün de Suriye’dedir, Türkiye bugün de Libya’dadır, Türkiye bugün de Kafkaslardadır, Türkiye bugün de Avrupa’da ve dünyada öncü bir diplomatik mücadele yürütmektedir. Eğer bu ülkede Gazi’nin bölgemizi ve dünyayı kucaklayan siyasi, diplomatik, ekonomik, askeri mirasına sahip çıkan birisi varsa o da biziz.
Peki Atatürk isminin arkasına sığınanlar ne yapıyorlar? Maalesef kendi ülkeleri ve milletleri aleyhine hangi faaliyet varsa onun değirmenine su taşıyan, garip olmanın ötesinde çarpık bir Atatürk istismarcısı kesimle karşı karşıyayız. Bizi gidip Avrupa’ya şikayet edenlerden bir şey olur mu? Batı’nın büyükelçilerine bizi şikayet edenlerden bir şey olur mu? Her şeyi bir kenara bıraktık; son günlerde yaşananlar bile bu çarpıklığın hangi boyutlara vardığını göstermeye yeterlidir.
“GAZİ HAYATTA OLSAYDI ONLARI PARTİDEN SOPAYLA KOVALARDI”
Türkiye bunca güvenlik krizi yaşadı, terör örgütleri saldırdı, sınırları kuşatılmaya çalışıldı, ekonomik tuzaklara maruz kaldı. Güya Gazi Mustafa Kemal’in kurduğu partinin başındaki zatın, bunların hiçbiri için yabancı büyükelçilere Türkiye’nin çıkarını korumak adına mektup yazdığını, hatta ima yollu bir cümle kurduğunu görmedik, duymadık. Ama ülkenin en büyük yatırımını engellemek için tamamı yanlış, tamamı yalan ifadelerde kendi iş insanlarımızı tehdit ediyor; yetmiyor, yabancılara mektup yazıp Türkiye’ye karşı ittifak çağrısı yapıyor. Şayet, inanın, Gazi hayatta olsaydı, emin olun onları bu partiden sopayla kovalardı. Gerçi bu partinin mevcut yapısı içinde, Atatürk o partinin kapısından içeri sokulur muydu tabii onu da bilmiyoruz. İktidarın hayalini kurmakla bile böylesine küstahlaşan, nobranlaşan, kibirden yanlarına varılmayan, her kesimi tehdit eden, gavurun kılıcını çalmaktan başka iş bilmeyen bu faşist zihniyet, milletimizden hak ettiği dersi mutlaka alacaktır.
Biz ise Atatürk’ün ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma hedefinin doğrultusunda hangi yatırım yapılması gerekiyorsa yapmayı, hangi adım atılması gerekiyorsa atmayı, kiminle mücadele edilmesi gerekiyorsa mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”
Yorumlar kapalı.