Akşener’den ‘iki ayyaş’ tepkisi: ‘Utanmadan anasına genelevde çalışıyor’ dediniz

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna'ya karşı savaşta haddini aştığını belirterek "Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir." dedi.

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir? Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının, Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını kim rahatlıkla söyleyebilir?… Bunun farkında olmayan ve Rusya’nın bu halinden memnun olan tek bir bölge ülkesi var, Türkiye… Maalesef Türkiye, böylesine hassas bir dönemde, burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu halde, görmediği ufkun ardındakilerin masalını, milletine anlatma cüretini kendine hak gören, laf ebeleri tarafından, sevk ve idare ediliyor. Öyle ki; Birinci Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden, bir memleket kuranların, hakir görüldüğü, İkinci Dünya Savaşı’nın yangınını, bu memlekete sıçratmayanların, basiretsiz bulunduğu, bir acayip delilik hali. Hani ‘iki ayyaş’ deniliyor ya ondan bahsediyorum… ‘Birinci ayyaş’ dedikleri, birinci Dünya Savaşı’nın küllerinden bir devlet bir ülke kurdu. ‘İkinci ayyaş’, İkinci Dünya Savaşı’na sokmadı bu ülkeyi…İki ayyaş öyle mi. İşte devletimizin aklını, bu acayip delilik hali bir kanser gibi sarmış durumda” diye konuştu.

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, TBMM’de; partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, özetle şunları söyledi:

“KEMER SIKMA DEĞİL ADETA MİLLETİMİZİN ÜMÜĞÜNÜ SIKMA POLİTİKASI

Bugün Türkiye; Türk tarihinin en başarısız yönetim modeliyle ve tarihimizin en basiretsiz ekonomi ekibi tarafından yönetiliyor. Milletimiz her ay farklı bir fedakârlık yapmak zorunda. Kaloriferi kapatıp, battaniye ile oturmak zorunda. Ampulleri söndürüp, karanlıkta kalmak zorunda. Meyve sebzeden aldığı vitaminden kısmak zorunda. Etten aldığı proteini kesmek zorunda. Türk Milleti, zor zamanlarda kemer sıkmayı iyi bilir. Ama bugün yaşadıklarımız bir kemer sıkma politikası değil, adeta milletimizin ümüğünü sıkma politikasıdır. ‘Saraydaki bol maaşlı bir grup sefasını sürsün, milletimiz de cefa içinde sürünsün’ politikasıdır. Bunun sebebi de artık başarısızlığı gün gibi ortada duran bu ucube sistemin ta kendisidir.

‘YARININ TÜRKİYE’Sİ’ İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR ADIM ATTIK

İşte bu nedenle, 6 siyasi parti olarak geçtiğimiz pazartesi günü çok önemli bir adım attık… Mutlu, huzurlu ve güçlü bir Türkiye için milletimizin yüzünün umutla güldüğü, ‘Yarının Türkiye’si’ için çok önemli bir adım attık. Saygının kalmadığı, empatinin olmadığı ve makulün kaybolduğu bir ortamda; ortak aklı ve istişare kültürünü çalıştırarak, milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarını düşünerek, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmamızı tamamladık ve milletimizle paylaştık.

SAYIN ERDOĞAN’IN, BU HAFTA DA KUŞE KAĞIDINI İCAT ETTİĞİNİ ÖĞRENDİK

Yaşadığınız hayata, size sunulan koşullara baktığınızda; aklınıza ilk ne geliyor? ‘Ne çektik be’ mi diyorsunuz? Yoksa ‘ne çektiniz be Cumhurbaşkanım’ mı diyorsunuz? Cevap gün gibi ortada. Ama belli ki; memleketin gerçekleriyle bağını koparalı uzun zaman olmuş Sayın Erdoğan’ın da o cevabı duymaya ihtiyacı var. Neden mi? Çünkü fark etmişsinizdir. ‘Telefonunu çıkar bakalım’cı dayıların büyük üstadı, bir süredir sizlere durup durup, dizilerdeki bilge adamlar edasıyla; ‘teksir kâğıdı nedir biliyor musunuz’ diye soruyor. Kendisi teksir kağıdından dolayı çok mağdur olmuş, çok acılar çekmiş. Vah vah… Ama nedense, yaşadığı o teksir kâğıdı dramına rağmen Cumhuriyetimizin, Kasımpaşa’dan çıkan teksirzede Sayın Erdoğan’a bu ülkede, cumhurbaşkanı olma fırsatını sunmuş olduğu gerçeğini, nedense söylemiyor. Hatta bir de çıkıp, kuşe kağıdını getirmekle övünüyor. Evet, yanlış duymadınız. Her hafta, yeni bir icadını tanıtan, Sayın Erdoğan’ın, bu hafta da kuşe kağıdını icat ettiğini öğrendik. Hayırlı, uğurlu olsun.

GENÇLERE NUTUK ATMAKTAN DA ARTIK VAZGEÇ BE KARDEŞİM. SIKTI ARTIK, BIKTIRDIN

Peki madem öyle, gelecek haftaki müthiş icadını heyecanla beklerken, biz de kendisine bazı sorular soralım. Sayın Erdoğan, bizler teksir kağıdından sarı defterlerle okuduk, bu mevkilere kadar geldik. Her birimiz teksir kâğıdı nedir, elbette biliriz. Peki sen, kuşe kağıtla okumana rağmen, okuduğun okulun hiçbir faydasını görememek nedir, bilir misin? Sınavlardan yüksek puanlar almana rağmen mülakatta hakkının yenmesinin acısı nedir, bilir misin? Binbir emekle okulunu bitirip atanamamak nedir, bilir misin? Bırak cumhurbaşkanı olmayı, devlet memuru olmayı bile hayal edememek nedir, bilir misin? Üniversiteden mezun olup, annenden babandan harçlık almaya, zincir markette kasiyerliğe, moto-kuryeliğe mahkum olmak nedir, bilir misin? Hayallerinin hayatını şekillendirmesi gereken yaşta, en üretken olduğun o güzel çağda, AVM köşelerinde yitip umutsuzluğa hapsolmak nedir, bilir misin? Bilmiyorsun Sayın Erdoğan. Bilemezsin. Çünkü sen de aynı benim gibi cumhuriyetimizin sunduğu fırsat eşitliğinden, sağladığı imkanlardan faydalandın. Ve bugün senin yönettiğin Türkiye’de gençlerimiz, cumhuriyetin sunduğu o imkân ve fırsatlarından yoksun kaldı. Bu gerçeği ne kağıtla ne binayla ne de hamasetle kapatamazsın. Ben büyüdüğüm Türkiye’nin imkanlarını bugün gençlerimize sağlayamadığımız için, kendimi suçlu hissediyorum. Ve bu durumdan utanıyorum. Artık sen de takkeni önüne koy, bu gerçeklerle yüzleş. Devri iktidarında, gençleri yarı yolda bırakmanın sorumluluğuyla artık yüzleş. Her fırsatta çıkıp da gençlere nasihat vermekten, nutuk atmaktan da artık vazgeç be kardeşim. Sıktı artık. Bıktırdın artık. Ya Cumhuriyet değerlerimizi bir an önce hazmedip, bu ülkenin gençlerine hak ettikleri imkânları sun ya da getir sandığı, biz gelelim ve gençlerimizi hak ettikleri Türkiye’ye kavuşturalım. Bu kadar basit.

MİLLETİMİZİN CEBİNDEN NE KADAR ÇALINDIĞIYLA HİÇ İLGİLENMEZLER

Biliyorsunuz, ‘Bay kriz’ ve arkadaşları için her şey sayılardan ibarettir. Ancak kendileri, verdikleri sayıların niteliğiyle, karşılığıyla ve sonuçlarıyla asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp; ‘bizden önce, 526 bin olan öğretmen sayısını, 993 bin 670’e çıkardık’ derler. Ama, o 993 bin öğretmenimizin içerisinde atanamadığı için intihar eden kardeşlerimizle asla ilgilenmezler.  Mesela çıkıp, ‘bizden önce 76 üniversite vardı, biz bu sayıyı 207’ye çıkardık’ derler. Ama o üniversitelerden mezun olduktan sonra işsizlik sarmalında çile çeken gençlerimizle asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp, asgari ücrete yaptıkları zammın yüzdesiyle övünürler. Ama yaptıkları zammın 1 ay içerisinde nasıl eridiğiyle, enflasyon canavarının milletimizin varını yoğunu nasıl götürdüğüyle asla ilgilenmezler. Mesela çıkıp; kaç kilometre yol yaptıklarını, kaç tane köprü ve tünel yaptıklarını söylerler. Ama o yollar, köprüler ve tünellerin inşaatında müteahhitlerinin yaptığı vurgunlarla asla ilgilenmezler. Hele milletimizin cebinden ne kadar çalındığıyla hiç ilgilenmezler.

‘ZAMPİYONLAR’ LİGİNE ÇEVİRDİKLERİ MEMLEKETİMİZDE

Madem bu arkadaşlar sayıları bu kadar çok seviyor, o zaman gelin biz de bazı sayılardan bahsedelim… Mesela enflasyondan konuşalım. TÜİK’in açıkladığı hâliyle bile yıllık gıda enflasyonumuz yüzde 55 olmuş.  Bırakın OECD’yi, Arjantin’e bile 5 puan fark atmışız. ‘Zampiyonlar’ ligine çevirdikleri memleketimizde sadece bir yılda patlıcanın fiyatı yüzde 166, patatesin fiyatı yüzde 123, salatalığın fiyatı yüzde 111 artmış. Çok değil, bundan daha bir yıl önce markete gittiğimizde 100 lira ödediğimiz ürünlere, bugün 156 lira ödüyoruz.

ZİRAAT BANKASI’NIN VERDİĞİ, HER 100 LİRALIK KREDİNİN, SADECE 14 LİRASI, TARIMA GİDİYOR

AK Parti’nin parlak bir milletvekili, ‘Avrupa’da enflasyon yüzde 7 olmuş, yani 7 kat artmış’ diyerek kendince, acınası bir biçimde, iktidarın yönetimdeki beceriksizliğini gizlemeye çalışsa da tarıma her zaman bir millî güvenlik sorunu olarak yaklaşan Fransa’da; yıllık tüketici enflasyonu yüzde 2,85. Gıda enflasyonu ise yüzde 1,69. Bakın aylık değil, yıllık enflasyondan bahsediyorum… Bu kürsüden neden sürekli tarımdan bahsettiğimizi, neden bu kadar sık tarımdaki çözümlerimizi anlattığımızı şimdi anladınız mı? Bugün çiftçi dostu olarak kurulup, iktidarın yandaş müteahhitlerinin dostu hâline getirilen Ziraat Bankası’nda tarıma verilen krediler, toplam kredilerinin yüzde 14’ünü oluşturuyor. Yani Ziraat Bankası’nın verdiği her 100 liralık kredinin sadece 14 lirası, tarıma gidiyor. İşte bu yüzden hep söylediğimiz gibi; İYİ Parti iktidarında Ziraat Bankası’nı yeniden çiftçinin dostu yapacak, kamu bankalarının sırtına adeta sülük gibi yapışan yandaş şirketleri de söküp atacağız.

YÜZDE 435’E VARAN ZAMLAR İLE, ENERJİ ENFLASYONUNDA DA AVRUPA’DA AÇIK ARA BİRİNCİ SIRADAYIZ

Bir sene içerisinde; elektrik üretiminde kullanılan doğal gaza yüzde 341, sanayide yüzde 435, konutlarda ise yüzde 47 zam yapıldı. Ben böyle deyince, ‘Avrupa’da da zam var’ demeye başlayacak olan arkadaşlar var. Hiç kendilerini yormasınlar, onu da söyleyeceğim. Avrupa’da pandemi sonrası genişleme ve uluslararası alandaki istikrarsızlıklardan kaynaklanan enerji enflasyonu, Eurostat’a göre sadece yüzde 25. Yani yüzde 435’e varan zamlar ile enerji enflasyonunda da Avrupa’da açık ara birinci sıradayız. Peki bu durum neden kaynaklanıyor? Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, Nobel ödüllü ekonomist Robert Lucas’ın, ‘en iyi politika, politikasızlıktır’ sözünü ‘biz en iyisi hiçbir şey yapmayalım’ olarak yorumlayıp, bunu da bir yönetim biçimi haline getirmelerinden kaynaklanıyor. Yani AK Parti iktidarının politikasızlığından kaynaklanıyor.

AKDENİZ’DE HERKES GAZ ARIYOR, BİR TEK BİZ ARAYAMIYORUZ

Türk lirasındaki dünyada eşi benzeri görülmemiş değer kaybından, Putin’e ve İran’a bağlı doğal gaz ithalatından; Azerbaycanlı kardeşlerimizin, Türkmen kardeşlerimizin, Özbek kardeşlerimizin, Kazak kardeşlerimizin doğal gaz kaynakları dururken, Rusya’nın kaynaklarına bel bağlamaktan kaynaklanıyor. Akdeniz’de herkes gaz arıyor, bir tek biz arayamıyoruz. Çünkü dış politikadaki politikasızlık enerjide de bizi vuruyor. Üstelik doğal gaz sadece pahalı değil, aynı zamanda miktarı da yetersiz. Doğal gaz kesintileri hâlâ yüzde 20 oranında devam ediyor. Yani her ne kadar Sayın Erdoğan, her üç ayda bir yaptığı doğal gaz keşifleriyle gaz sondajı alanında dünyada adeta bir otorite haline gelmiş olsa da kendisinin vatandaşımıza verdiği doğal gazdan daha pahalı bir gaz daha var. O da olmayan doğal gaz. Bunun maliyeti ise hiçbir şeye benzemez. Elektrikler kesilir, sanayici üretemez olur. Karadeniz’de gaz bulan Sayın Erdoğan nedense santrallere gaz bulamıyor. Bu da yetmezmiş gibi BOTAŞ da özel tedarikçilerin doğal gaz ithal etmesine engel oluyor. Neden? Çünkü yandaşa ihale etmeyi bekliyor.

DOĞAL GAZ ŞİRKETLERİ, YATIRIMLARI, MİLLETİMİZİN İHTİYACINA GÖRE DEĞİL KEYİFLERİNE GÖRE YAPIYOR

Tüm bunların yanında, il ziyaretlerimizde karşılaştığımız bir durum daha var. Mutfak tüpünün ve kömürün çok pahalı ve kullanışsız olması nedeniyle vatandaşlarımız bize ısrarla doğal gaz hizmetinden yararlanmak istediklerini söylüyorlar. Ancak doğal gaz dağıtım şirketleri, kârlı görmedikleri için memleketimizin bir kısmına bu hizmeti götürmüyor. Yani doğal gaz şirketleri yatırımları, milletimizin ihtiyacına göre değil keyiflerine göre yapıyor. EPDK onlara tarifeyi şişirip şişirip veriyor, ama onlar vatandaşa gaz vermiyor. İşte size AK Parti’nin millet dostu özelleştirme ve enerji politikaları. Yazıklar olsun.

MEMLEKETİMİZ KIŞIN ORTASINDA DOĞAL GAZSIZ VE ELEKTRİKSİZ KALMAYACAK

Buradan bir söz vermek istiyorum. Biz iktidara geldiğimizde, ki o gün hiç de uzak değil, mutlaka kendi doğal gaz hattımızı kuracak ve gaz transit geçitlerinin merkezi olacağız… İYİ Parti iktidarında hangi ülke gazı keserse kessin, memleketimiz kışın ortasında doğal gazsız ve elektriksiz kalmayacak.

BÜTÇEDEN KURUŞ HARCANMAYAN PROJELERİN, SADECE 2022 YILI İÇİN BÜTÇEYE GETİRDİĞİ YÜK 65 MİLYAR LİRA

Sayın Erdoğan’ın her sıkıştığında arkasına saklandığı cümlelerden biri, ‘bütçeden bir kuruş harcamadan köprü, yol, havaalanı yapıyoruz’ cümlesidir. Ne var ki 2022 yılı bütçesine, bu dolar garantili ödemeler için 42,5 milyar lira ödenek kondu. Bununla kalsa yine iyi… Türk lirası değer kaybedince bu ödeme miktarı 65 milyar liraya çıktı. Yanlış duymadınız, 65 milyar lira. Yani Sayın Erdoğan’a göre bütçeden kuruş harcanmayan projelerin, sadece 2022 yılı için bütçeye getirdiği yük 65 milyar lira. Bu arkadaşımız ya göz göre milletine yalan söylüyor ya da artık ipin ucunu o kadar kaçırmış ki olan bitenin farkında değil. Bu rezaletin başka bir açıklaması olamaz.

22 KATINI KÖPRÜYÜ KULLANAN VATANDAŞLARIMIZ ÖDÜYOR. 59 KATINI DA MİLLETÇE ÖDÜYORUZ

15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nü kim yaptırdı? Rahmetli Demirel. Nasıl yapıldı? Bütçeden. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 8 lira 25 kuruş. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü kim yaptırdı? Rahmetli Özal. Nasıl yapıldı? Bütçeden. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 8 lira 25 kuruş. Peki Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kim yaptırdı? Sayın Erdoğan. Nasıl yapıldı? Kamu Özel İşbirliği yöntemiyle. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 19 lira. Sadece bu kadar mı? Hayır. Hazine de otomobil başına 39 lira ödüyor. Yani, yandaşın otomobil başına alacağı para 58 lira. Yani diğer iki köprünün tam 7 katı. Bir de Osmangazi Köprüsü var. Onu kim yaptırdı? Sayın Erdoğan. Nasıl yapıldı? Kamu özel iş birliği yöntemiyle, yandaşlar tarafından yapıldı. Otomobil geçiş ücreti ne kadar? 184 lira 50 kuruş. Sadece bu kadar mı? Hayır, Milletin ödediği 184,5 liraya ilave olarak Hazine de 487 buçuk lira ödüyor. Osmangazi Köprüsü’nün geçiş ücreti, rahmetli Demirel ve Özal’ın yaptırdıklarının tam 81 katı. Bunun 22 katını köprüyü kullanan vatandaşlarımız ödüyor. 59 katını da ister kullanalım ister kullanmayalım milletçe hep beraber ödüyoruz. Bu rezaletin büyüklüğüne bakar mısınız? Tabi 4 köprü fiyatına, sadece 1 köprü yaptırırsanız, üstelik geçiş ücretini de dolara bağlarsanız olacağı budur. Bunlar sadece bir örnek. Otoyollar için de durum aynı. İşte size, yandaş beslemenin milletimize olan faturası. Senin çocuğun iş bulamazken senin çocuğun AVM köşelerinde umutsuz, mutsuz bir şekilde otururken iş aramaktan yorulmuşken, haksızlığa uğramaktan yorulmuşken, yurt dışına gitmeyi hayal ederken yandaşların ceplerine kendi ceplerinden olmayan cebinden yani o cebin içindeki olmayan paradan tüm millet olarak ödediğin ödediğimiz para. İşte size, AK Parti’nin süslü rakamlarının ardındaki soygun düzeni. İşte size, neden ‘projeye değil, ranta karşıyız’ diye kampanya yaptığımızın sebebi. Ama sabredin. O sandık gelecek ve bu harami düzenden kurtulacağız. İYİ Parti iktidarında milletimizi hak ettiği refaha kavuşturacağız. Hiç merak etmeyin, az kaldı!

AKARYAKITI TALİBAN’IN AFGANİSTAN’INDAN BİLE DAHA PAHALIYA KULLANIYORUZ

Mesela biz şu an akaryakıtı Amerika’dan, Angola’dan, Etiyopya’dan ve Arjantin’den daha pahalıya kullanıyoruz. Avrupa’daki Belarus’tan, Asya’daki Endonezya’dan daha pahalıya kullanıyoruz. Hatta Taliban’ın Afganistan’ından, savaşın ortasındaki Esad’ın Suriye’sinden bile daha pahalıya kullanıyoruz. Ülkemizde, son bir sene içerisinde benzin fiyatları yüzde 134, mazot fiyatları yüzde 159, LPG fiyatları da yüzde 143 arttı. Bir de utanmadan çıkıp ‘domates tarlada 1 lira, markette neden 20 lira’ diye nara atıyorlar. Yahu el insaf! Mazot 17 lirayı geçmişken tarladaki 1 liralık domates, tezgâhta nasıl 1 lira kalsın? Sayın Erdoğan, sağda solda düşman kuvvet aramaktan artık vazgeç. ‘Hayat pahalılığını neden bitiremiyorsunuz, bu gıda fiyatları neden uçuyor’ diye sorduğumuzda, suçu domates-biber-patlıcan lobisine atarak, meseleyi çözemezsin. Domatesin tarlada 1 lira, markette 20 lira olmasının sebebi ne nakliyecilerimiz ne manavlarımız ne halcilerimiz ne de marketler değil. Sanayiciyi üretemez hale getiren maliyetlerin sebebi, o pek bir sevdiğin, her fırsatta kıyak yaptığın dış güçler ve faiz lobisi değil. Uçan akaryakıt fiyatlarının sebebi de ne fayton lobisi ne de elektrikli araç spekülatörü Elon Musk’ın, bize çektiği bir operasyon değil. Tüm bunların sebebi, bizzat sensin sen!

UKRAYNA’NIN CESUR EVLATLARINI SAYGIYLA SELAMLIYORUM

Biz Türk Milleti’yiz. Biz ağacıyla, çiçeğiyle, deniziyle, gölüyle, tarladaki mahsulüyle, vatan toprağına sahip çıkanlarız. Biz eşiyle, dostuyla, kardeşiyle, oğluyla, kundaktaki çocuğuyla, vatan toprağı için mücadele edenleriz. Biz vatana sahip çıkmanın, kanının son damlasına kadar mücadele etmenin, bağımsızlığın kıymetinin, ne demek olduğunu, en iyi bilen milletiz. Mağdurun yanında haksızlığın karşısında durmak Türk Milleti’nin doğasında vardır. Nitekim Tarihimiz, başkalarının hukukunu korumak uğruna ettiğimiz, nice mücadele örneğiyle doludur.  Çünkü adalet, Türk’ün karakteridir…İşte bu yüzden; bugün, Türk Milleti olarak, hepimizin yüreği, bir başka millet için çarpıyor. Ukrayna’nın vermiş olduğu mücadeleyi, belki de en iyi biz anlıyoruz. Bu vesileyle, Ukrayna’nın cesur evlatlarını saygıyla selamlıyorum. Ülkelerinin özgürlüğü ve egemenliği için vermiş oldukları savaşta, onlarla birlikteyiz.

ADETA PARANOYA NÖBETİ GEÇİREN BİR RUS ROMAN KAHRAMANI GİBİ

Tarihin kırılma noktalarından birisine tanıklık ediyoruz. Biliyorsunuz, geçtiğimiz hafta Rusya ordusu sınırı geçip, Ukrayna’ya bir saldırı başlattı. Üstelik bu saldırı, sadece ülkenin doğusunda yer alan ihtilaflı bölgeler ve askeri tesislerle de sınırlı kalmadı. Ukrayna’nın şehirleri, sivillerin yaşam alanları hedef alındı. Bunun açık bir işgal ve darbe girişimi olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna halkının iradesini tanımıyor. Siyasi egemenliğine saygı duymuyor. Askeri yollarla, düpedüz vali atamaya çalışıyor. Hatta bu zatı muhterem, bunlarla da yetinmiyor. Adeta paranoya nöbeti geçiren bir Rus roman kahramanı gibi, ülkesini güvende kılmak için istediği ülkeyi işgal etme hakkını da kendinde gördüğünü söylüyor. Bu durum her bakımdan bir dönüm noktasıdır. Çünkü şimdiye kadarki türlü şımarıklıkları, bir şekilde tolere edilen Putin, artık cüretinin boyutlarını, ifşa etmiş bulunuyor. Artık dünyamızın, bir Rusya yayılmacılığı sorunu var. Rusya, uluslararası hukuku ve Birleşmiş Milletler prensiplerini tanımadığını, açık şekilde dile getirdi. Karşımızda, herhangi bir ülke tarafından saldırıya uğramadığı halde, istediği ülkeyi işgal etme hakkını, kendinde gören bir zihniyet, tüm gerçekliğiyle duruyor. Öyle ki, bu yönetim; ihtilafa düştüğü bir devlet başkanını, halkın oyuyla seçilmesine rağmen, devirmeyi de halkın istemediği diktatörleri, Moskova’nın hesabına çalıştıkları sürece, görevde tutmayı da son derece normal görüyor.

BU TAVIR BİZE DOĞU AVRUPA’YI KONTROLÜ ALTINA ALAN STALİN’İ HATIRLATIYOR

Nitekim şimdiye kadar Putin’in Gürcistan’da, Kırım’da, Belarus’ta yaptığı da tam olarak budur. Bu tavır bize İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Doğu Avrupa’yı adım adım kontrolü altına alan Stalin’i hatırlatıyor. Stalin, sınırlarını genişletme konusunda öylesine hırslıydı ki, kendi sözünü dinlemeyeceğini düşündüğü Doğu Avrupalı komünist siyasetçileri bile, ortadan kaldırtmış, yerlerine kendi emir erlerini atamıştı. Yani; Soğuk Savaş dünyasında da mesele, komünizmin yayılmasından çok, Rusya’nın yayılmasıydı. İşte o nedenle 1956 yılında Budapeşte’de, 1968 yılında Prag’da dolaşan Sovyet tanklarının tek bir amacı vardı: O amaç, Rusya’nın tahakkümünü korumaktan başka bir şey değildi. O yıllarda Sovyetler’in uyguladığı bu strateji sosyalizmin arkasına gizlenebiliyordu. Soğuk Savaş sona erdikten sonra artık geride ardına gizlenecek bir ideoloji de kalmadı. Ancak bu, Rus devletinin yayılmacılık tutkusunun bittiği anlamına gelmiyor. Bugün bunu, tüm çarpıcılığıyla görebiliyoruz. Bu tutku, Putin’le birlikte yeniden dirilmiş durumda.  Bu defa ise, sosyalizm terimlerinin yerini, Çarlık Rusya nostaljisi almış gibi görünüyor.

BU ŞIMARIKLIĞA, BU HIRSA DAHA FAZLA İZİN VEREMEYİZ VAKİT BOŞ LAF DEĞİL YAPTIRIM VAKTİ

Ukrayna’da yaşanan dünyadaki vicdanlı ve aklı selim sahibi herkesin, adalet duygusunu sarsan bu duruma, uluslararası toplum, daha fazla sessiz kalamaz. Bu şımarıklığa, bu hırsa, daha fazla izin veremeyiz. Başta Kırım’daki kardeşlerimiz olmak üzere, Putin’in zulmüne maruz kalan onca insanı, kaderlerine terk edemeyiz. Putin haddini aşmıştır. Vakit, boş laf değil, yaptırım vaktidir. Vakit, çekimser kalma değil, zalimin karşısında dik durma vaktidir.

RUSYA’NIN BU HALİNDEN MEMNUN OLAN, TEK BİR BÖLGE ÜLKESİ VAR, O DA MAALESEF TÜRKİYE

Rusya’nın bu durumu ortadayken, Türkiye’nin güvende olduğunu kim iddia edebilir? Putin’in kafasındaki Rusya’nın eksik parçalarının, Kars, Erzurum ve Ardahan olmadığını, kim rahatlıkla söyleyebilir? Bugün, bölgemizdeki tüm bağımsız devletler, bu soruyu kendi ülkeleri için soruyorlar. Ve herkes Putin’in idaresindeki Rusya nedeniyle, güvenliğinin tehlikede olduğunun farkında. Bunun farkında olmayan ve Rusya’nın bu halinden memnun olan tek bir bölge ülkesi var o da maalesef Türkiye. Mevlâna diyor ki; ‘kuş avlamak isteyen, kuş taklidi yapar.’ O nedenle; Rusya’nın mevcut durumundan, memnuniyet duyanların, Türkiye’nin Rusya ile girdiği, asimetrik ilişkiyi destekleyenlerin, Ukrayna’da zulüm sürerken Rus televizyonlarında yorumculuğa soyunanların kendilerine milliyetçi diyerek milli güvenlik konularında ahkam kesmeleri beni hiç de şaşırtmıyor. Halbuki ortada çok açık bir gerçek duruyor. Karşımızda, bölgesindeki ülkelerin sınırlarını, bağımsızlığını ve siyasi egemenliğini tanımayan, bunu da açıkça beyan eden bir Rusya var.

BU OYLAMADA, TÜRKİYE’NİN YALNIZ KALMASINA SEBEBİYET VERMEYECEKTİNİZ

Aklı başında insanlar tarafından yönetilen her devlet eğer bağımsızlığını ve egemenliğini Rusya’ya karşı korumak istiyorsa belirli adımlar atmalıdır. Ancak üzülerek söylüyorum ki; Türkiye bu adımları atamayacak kadar Rusya’ya bağımlı hale getirilmiştir. İki ülke arasındaki ilişki dengeli ve simetrik değildir. Bu ilişki Rusya lehine asimetrik bir ilişkidir. S400’lerden, Suriye’ye, Akkuyu’dan, turizme kadar, hemen her alanda, bu asimetrinin, Türkiye’yi düşürdüğü kırılgan durumun yansımalarını görüyoruz. Bakın size hemen bir örnek vereyim. Geçen hafta Sayın Erdoğan çıktı ve Ukrayna krizinde, NATO’yu göreve çağırdı. Ukrayna’ya daha fazla destek olmuyorlar diye NATO ülkelerini eleştirdi, içeride de gazetelere demeç verdi. Aynı günün akşamında ise, Strazburg’da, Rusya’nın Avrupa Konseyi’ndeki üyelik haklarının askıya alınmasına dair bir oylama vardı. Peki orada ne oldu? Sabah, Rusya’yı eleştiren ve batılı devletleri göreve çağıran Sayın Erdoğan, aynı günün akşamı konseyin 47 ülkesinden bir tek Ermenistan’ın Rusya’ya destek olduğu oylamada, çekimser kaldı. Aynı gün. İşte size AK Parti iktidarının dış politikada memleketimizi düşürdüğü kırılgan durum. Türkiye gibi, zorlu bir coğrafyada yer alan bir ülkede, denge politikası yapabilmek, maharet ve liyakat ister. Ancak AK Parti iktidarları döneminde ikisi de maalesef kalmadı. O nedenle denge politikası yapalım derken, Türkiye’yi ve dış ilişkilerini dengesizliğe ittiler. Oysa yapılacak basitti. Bu oylamada, Türkiye’nin yalnız kalmasına sebebiyet vermeyecektiniz. Çünkü diplomasi, Türkiye’yi uluslararası alanda yalnızlaştırmak değildir.

ŞANLI TARİHİMİZ HAVANDA SU DÖVMENİN YERİ DEĞİL, DERS ALIP GELİŞMENİN MUTFAĞI

Artık tüm dünyada, yeni bir dönemin başladığına inanıyorum. Memleketimiz, badireler coğrafyasında, badireli zamanlara alışkın bir ülkedir. Ancak bizler, yaşanan bu badirelere sadece, milletimizi, topraklarımızı ve egemenliğimizi korumak ve kollamak adına müdahil oluruz. Çünkü biliriz ki; bu prensibe bağlı kalınmadığı zaman ‘galip kahraman olma hayalleri’, süratle ‘galiz kahramanlığa’ dönüşür. Tarihimiz, bunun nice örnekleriyle doludur. Ve şanlı tarihimiz havanda su dövmenin yeri değil, ders alıp gelişmenin mutfağıdır.

‘BİRİNCİ AYYAŞ’ DEDİKLERİ; 1. DÜNYA SAVAŞI’NIN KÜLLERİNDEN BİR DEVLET KURDU, ‘İKİNCİ AYYAŞ’; 2. DÜNYA SAVAŞI’NA SOKMADI BU ÜLKEYİ

Nitekim Lozan’ı ve Montrö’yü imzalayıp Anadolu ve Trakya’nın tapusunu milletin evrak-ı metrukesine koyanlar; barışın bedelini unutmayalım diye ‘Yurtta barış, cihanda barış’ demişlerdir… Ama maalesef Türkiye, böylesine hassas bir dönemde burnunun ucunu bile görmekten aciz olduğu halde, görmediği ufkun ardındakilerin masalını, milletine anlatma cüretini kendine hak gören, laf ebeleri tarafından, sevk ve idare ediliyor.  Öyle ki; Birinci Dünya Savaşı’nın yangınının küllerinden, bir memleket kuranların, hakir görüldüğü, İkinci Dünya Savaşı’nın yangınını bu memlekete sıçratmayanların basiretsiz bulunduğu, bir acayip delilik hali. Hani ‘iki ayyaş’ deniliyor ya ondan bahsediyorum. Kimse de sesini çıkarmıyor ya ondan bahsediyorum. ‘Birinci ayyaş’ dedikleri, birinci Dünya Savaşı’nın küllerinden bir devlet bir ülke kurdu. Anadolu’nun her evinde en az iki gencimizin iki erkeğin şehit olduğu bir dönemden bahsediyorum. Dünyanın her yerinde savaşıp kalbi yorulan bir milletten bahsediyorum. Havza’dan Amasya’ya giderken otomobilin tekerleği patladığında onun tamiri için beklerken çift süren bir çiftçinin yanına giden Gazi Mustafa Kemal der ki ‘İzmir işgal edildi efendi. Sen çiftini sürüyorsun. Haberin mi yoktur. Yoksa nedir.’ Der ki ‘bey, beyim haberim var. Ama oğlum Çanakkale’de. Abim Yemen’de…’ Ailesinin erkeklerini sayar. Her bir savaşta evinden bir erkek şehittir. O da gazidir. Der ki, ‘bu kadar erkeğin evlad-ü ıyali (çoluk çocuk) bana bakıyor. Bu topal ayakla, kırık kola bakıyor. Bu gariban öküze bakıyor. Onun için bu tarlayı sürmek zorundayım. Buradan ürün üretmek zorundayım. Hele İzmir’deki işgalciler gelsin tarlamın sınırına o zaman bakarım.’ Bunu diyen o çiftçiden o köylüden yıllar sonra Afet İnan, Gazi’ye sorar, ‘ne olmuştur?’ Der ki ‘Sakarya’da şehit düştü.’ Tamam mı? İşte bu devlet bu akılla bu vidanla bu yürekle kuruldu. Ayyaş dediğiniz buydu. ‘Utanmadan anasına genelevde çalışıyor’ dediniz. Ayıp. ‘İkinci ayyaş’, İkinci Dünya Savaşı’na sokmadı bu ülkeyi. Bir gencinin burnunun kanamasına müsaade etmedi. O ayyaş dediklerinizin, Atatürk’ün ailesini tanıyordu benim ailem. Her savaşta oğlunu takip eden Zübeyde Hanım. O genelevde çalıştığı söylenen ve bu ülkede kimsenin kılının kıpırdamadığı Zübeyde Hanım, bütün akrabalarıyla bütün tanıdıklarıyla Fetih Suresi, ‘Ya Fettah Ya Yafid okurdu’ bilmiyor musunuz? Rıza Nur’un hatıratına bakın. Rahmetli İnönü’yü hiç sevmezdi. Ama o hatıratta bu fakir ülkenin milletinin bir lirasını harcamamak için otel odasında kocasının çamaşırlarını yıkayıp orada kurutan Mevhibe Hanım’dan bahseder. Mevhibe Hanım’ın ve İsmet İnönü’nün Kuran’ı Kerim üzerinden konuştuklarını söylerler. İki ayyaş öyle mi. İşte devletimizin aklını, bu acayip delilik hali bir kanser gibi sarmış durumda. Durmadan çalışan, yalan makineleri marifetiyle, Türk Cumhuriyeti’nin başarısını, göz ardı etmek için, çırpınıp duruyorlar.  Oysa, asıl unutturmak istedikleri tarih, bizzat kendi karanlık geçmişlerinden başkası değildir.

TEK ADAMCILIK OYNAYAN, KRAVATLI ERGENLER

Dün, 1 Mart tezkeresinin yıldönümüydü.  O ret kararı, milli meclisimizin, o günlerde, ortalıkta, ‘BOP Eşbaşkan adayıyım’ diye gezenlere verdiği, en önemli cevaptı. Milli egemenliğin ve milli iradenin, Türkiye’nin varlık senetlerine meydan okuyan, bir karanlık iradeye karşı isyanıydı. Aradan 19 yıl geçti.  Ve o aynı karanlık irade; 1 Mart 2003’te, Gazi Meclisimize karşı açtığı, hırs ve intikam savaşında adına, bir de utanmadan, ‘Türk Tipi’ dedikleri, Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ucubesiyle, galip geldiğini zannetti. Tıpkı eski ‘abilerinin’ ona öğrettiği gibi, büyük yalanlarla, büyük mesafeler aldığını zannetti. İşte o nedenle; bugün bizlerin, arkamıza millet iradesini alarak çıktığımız, bu kutlu yol, Milletimizi, Mehmetçiğimizi ve Devletimizi, herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde, herhangi bir amaçla, herhangi müstevlinin aracı, maşası veya yancısı yapma olanaklarını, ortadan kaldırmaktır. İYİ Parti’nin görevi budur. Meclisimizin gücünü ve iradesini, tek adamcılık oynayan, kravatlı ergenlere karşı, her daim üstün kılabilme çabamızın altındaki sebeplerin, en önemlisi işte budur.

TÜRKİYE; YA NATO’CUSUN, YA AVRASYACI; YA DOĞUCUSUN, YA BATICI DENİLEREK, İÇ YA DA DIŞ TEK ADAMCILARIN HÜLLECİSİ OLAMAZ

Nitekim bugün; Türk’ün incinen gururunun rüzgarını, arkasına alarak, ‘ey Batı’, ‘ey NATO’ diye çıktıkları yolda, dünün eş başkanları, bugünün matruşka bebeği olma hevesine kapılmışlardır.  Dahası, söz konusu kimseler, Aziziye tabyalarını, Allahuekber Dağları’nı, Plevne’yi, Kırım’ı, Erzurum’u, Nene Hatun’u…unutmuşlar, ama ne hikmetse, yerlilik ve millilik panayırları düzenlemekten de geri durmamaktadırlar. Amma; kirli ve kara para ağlarının, karanlık iş ilişkilerinin, mafyatik idarelerin, ortak dostlarıyla, bir araya gelmek isteyenler ve Türk Milleti’ni, merdiven altı parya düzeninin köleleri yapmak isteyenler, bilsinler ki; bu millet ölmedi ve yılmadı. Büyük Türk Milleti! Ne; bugün, bizzat kendisinin, mucidi olduğunu iddia ettiği, fakat onlara, her icraatıyla ihanet eden ve bizzat şovunu yaptığı değerlere ve anlaşmalarına uymakta nazlanan, bir Batı’nın, Batı Dünyası’nın, Batı dediğim zaman Amerika’sı da içinde Avrupa Birliği ’de içindedir; ne de yüze gülen, ama arkandan kuyu kazan, bir sözde Avrasya’nın veya çöllerinde, altın kaplama jipler üzerinde, borsa simsarlığı yapan bir alemin, ‘küçük-stratejik ortağı’ olamazsın Büyük Türk Milleti. Kaderini; ne 11 askerinin başına çuval geçiren hadsizlere, hani müzik notası demişti ya notaya, ne de 34 askerini bombalayarak şehit eden bir zorbaya, hani kapısında bekletmişti ya, bağlayamazsın Türk Milleti. Ne vatandaşlığını bir avuç dolara satanların ne de topraklarını, limanlarını, birkaç küçük avantaya devredenlerin, marabası olamazsın. Ne burnunun dibinde savaş tamtamları çalarken, Afrika seyahatine çıkan öngörü şampiyonlarının ne de ‘boğazlardan para kazanamıyoruz’ diyerek, milletin tartışılmaz egemenlik haklarını, berhava etmeye kalkanların, kara düzenine, araç olamazsın. Büyük Türk Milleti! Türkiye; küresel bir Dünya’da, yalnız kalamaz, yalnız bırakılamaz. Türkiye her şeyi ikiye ayırmaya alışkın, köhnemiş dimağların, boynu bükük bir köprüsü yapılamaz. Türkiye ya NATO’cusun, ya Avrasyacı; ya doğucusun, ya batıcı denilerek, iç ya da dış tek adamcıların hüllecisi olamaz.

ATATÜRK, YOZLAŞMIŞ AVRASYA REJİMLERİNE DUYULAN HAYRANLIĞI GİZLEYECEK, BİR MASKE DEĞİL

Saldırganlık ve hamasetle yoğrulmuş, fırsatçılık ve kurnazlığın, memleketimizi ve dünyayı sürüklediği bataklık, apaçık ortadadır. Güvenilir ve güvenli bir dünya, geçmişte olduğu gibi, bugün de sözüne güvenilir, aldığı sözlere de ihanet kabul etmez bir Türkiye ile mümkündür. Biz; huzurlu bir dünyayı kurmanın, en büyük milli gurur ve şuur vesilesi olduğuna inanıyoruz. Biz; milli cesaretin ve gururun, savaşın değil, ancak barışın bedelini ödemeye ve ödetmeye hazır bir gücün, inşa edilmesi ile var olacağına inanıyoruz. Biz; Türkiye’nin gerçekten üretken hale gelirse, imtiyazlı hale gelebileceğine inanıyoruz. Biz; hiçbir ülkeye, mecraya ve maceraya, milletin ekmeğini, suyunu kaybetmek pahasına, bağlanılmaması gerektiğini biliyoruz. Biz; savaş çıktığında, ekmek ve buğday fiyatlarından endişe etmeyen bir Türkiye’yi, kendi buğdayını üretmekten aciz bırakılmayan, kendi kendine yeten bir Türkiye’yi inşa etmek isteyenleriz. Biz; her diplomatik sorunda, ‘mazotum biter’, ‘gazım kesilir’, ‘soğukta kalır mıyım’ demeyen bir Türkiye’yi, masallarla avutulmayan güçlü bir Türkiye’yi, var etmek isteyenleriz. Biz; içeride huzur ve refahın, gerçek bir Cumhuriyet ve gerçek bir demokrasiden geçtiğini bilenleriz. Biz; gerçek bir cumhuriyetin, güçlü ve kapsayıcı bir hukuk devletinden; gerçek bir demokrasinin, ortak akla dayalı, kurumsal bir devlet idaresinden geçtiğini bilenleriz. Biz; gerçek güven ve içeride istikrarın, şahsa bağlı olmayan bir diplomasiden, bağımsız bir dış politikadan geçtiğini bilenleriz. İYİ Parti, işte bu kritik yol ayrımında, Türkiye’yi hak ettiği huzura, refaha ve istikrara kavuşturmak için dimdik ayaktadır. Çünkü İYİ Parti; Mustafa Kemal’in çizdiği medeniyet yolunu, iyi okumuş, iyi anlamıştır.  Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek, bir maske değildir. Medeni dünyanın kurallarını yok sayan, diplomasiyi küçümseyen, ruh hastalığını da stratejik zeka zanneden kendini bilmezlerin de referans noktası olamaz. Atatürk’ün, ülkemizi, medeni milletler ailesinin, onurlu bir üyesi yapma gayreti, revizyonist olmayan dış politikası, hamaset yerine, aklı önceleyen felsefesi ve egemenlik kavramına duyduğu saygı, bizim ilham kaynağımızdır. O’nun sahip olduğu, ülkemizin kalkınmasına ve refahına ket vuran değil, kalkınmayı destekleyen dış politika anlayışı, bizim de anlayışımızdır.”

UZUN: “BİZİM SORUNUMUZU ÇÖZEN BÜTÜN SİYASİ PARTİLERLE DE BERABER HAREKET EDECEĞİMİZİ İLAN EDİYORUZ”

Akşener, konuşmasının bir bölümünde kürsüyü Karayolu Yük Taşıyıcıları Federasyonu Başkanı Ahmet Uzun’a bıraktı. Uzun, şunları söyledi:

“Bizler bu ülkenin çocuklarıyız. Bu ülke için, ‘vatan millet’ dediği zaman burnunun direği sızlayan insanlarız. Gerekirse zararına çalışırız. Ülkemizin gıda güvenliğini akamete uğratmamak için, dünyada var olan, bugün görüyorsunuz dünyada tedarik güvenliği akamete uğramış durumdadır. Fakat bizim bireysel taşıyıcı esnafımız pandemi sürecinde dahi gaz pedalından ayağını çekmemiş ne olursa ilk önce milletim, vatanım diyerek çalışmasına devam etmiştir. Ülkemizde 2001 (2021) yılında 1 ocağında mazot fiyatı 6 lira 73 kuruşmuş. Yani bir yıl. 8 Şubat 2022 tarihinde 15 lira 52 kuruşa gelmiş. Bunun akabinde biz hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Biz bu ülkeye 25 milyar dolar ekonomik katkı sunarken araç başı 86 bin TL ekonomik katkı sunarken ve kanunlarda yazan plaka tahdidini bize niye vermiyorsunuz. Anadolu’da bir tabir vardır, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla…Sizin de sık sık izlediğiniz televizyonlar ‘işte çiftçi domatesi, karpuzu tarlada bırakıyor’ demesinin nedenini hiç düşündünüz mü? Bunun nedeni biziz. Bunun nedeni, bugün bizim kilometre birim maliyetimiz bu hükümetin mazot fiyatlarına aşırı miktarda yükseltmesinin nedenidir. Çiftçi, ürününü üretiyor. Bir liraya verdiği ürün sizin markette alma sürecinize kadar olan seferde 15-20 liraya mal oluyor. Burada çiftçi de kaybediyor, tüketici de kaybediyor, taşıyıcı da kaybediyor. Oysa Avrupa Birliği kriterlerine uymaya o kadar meraklısınız. Uyalım. Güzel kanunlar. Avrupa Birliği’nde olmayan bireysel taşımacılık güçlü şirketler yapıyor orada. Siz neden bizim olmadığımız masalarda 30-40 tane küresel para cambazına bizi teslim etmeye çalışıyorsunuz… Bizim hakkımızda eğer ki doğru karar vermek istiyorsanız, yarın iktidar olmaya aday olan bir siyasi parti olarak Meral Abla’mızdan şunu talep ediyoruz. Ticari yük taşıyan araçlara Avrupa Birliği’nin verdiği 12 ton üzerinde taşımacılık yapan yük taşıyan araçlara vermiş olduğu yakıt desteğini vermelisiniz. Zira şu günkü hükümetin bu desteği verme gibi fikri yoktur. Ve bizi köleleştirmek, bizi kapitalist anarşistlere teslim etmek için mücadele eden bütün siyasi partilerle sonuna kadar mücadele edeceğimizi de burada ablamızın huzurunda ilan ediyoruz. Bizimle yol arkadaşlığı yapan bütün siyasi partilerle, bizim sorunumuzu çözen bütün siyasi partilerle de beraber hareket edeceğimizi ilan ediyoruz. Plaka tahdidi ve kilometre uygulaması istiyoruz.

Akşener’den ‘iki ayyaş’ tepkisi: ‘Utanmadan anasına genelevde çalışıyor’ dediniz

Yorumlar kapalı.